Allah-ü Teâlâ’nın bizden ne istediğini açıklamadan önce Allah -celle celâlüh- ile insan arasında “yaratıcı ve kul” ilişkisinin olduğunu ortaya koymamız gerekir. Bu denklemde sadece insanı değil, bütün bir kâinatı yaratan, ilim ve hikmet, güç ve hüküm sahibi bir yaratıcı ile yaratılış safhası, yaşam ortamı, hayatını devam ettirmesi için gerekli altyapı olmak üzere her alanda yaratıcıya muhtaç ve aciz bir kulun varlığını anlamak gerekir. Bundan dolayıdır ki “yaratıcı ve kul” arasındaki ilişki daha yaratılış aşamasında kulun, Rabbinin otoritesini kabul etmesiyle başlamıştır. Kul, yaratılış aşamasında Rabbinin, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna, “Evet, sen bizim Rabbimizsin” (A’raf, 172) cevabını verererek yaratıcının yegâne güç ve hüküm sahibi olduğunu kabul ederek “emanet”i yüklenmiştir. Bu kabul ediş aslında insanoğlunun dünya hayatında, yaratılış safhasında Rabbine verdiği söze uygun hareket etmesi gerektiğinin adıdır. Yine yaratıcının hükümlerine itaat etmeyi ve O’nun hâkimiyetine ram olarak hayatını devam ettirmeye söz vermesidir. Kaldı ki insanoğlunun “emanet”i yüklenmesi ve Rabbinin otoritesini kabul etmesi icbârî değil, iradîdir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir” (Ahzab, 72) buyrulmaktadır.