Kitap yazmak, öyle her baba yiğidin harcı değildir. Uzun bir yolculuğun sonunda, onu yazıya dökerek, final yapmış olmazsınız. Kitabı yazdıktan sonra, tekrar tekrar gözden geçirmeniz gerekir. Dil bilgisi, cümle uyumu vs. konuları gözden geçirerek kitabı tamamlarsınız.
Kitap yazmak; kurguyu, yani karakterlerin seçimi ve olayların ortaya konması ile başlar. Sonra, yazıya aktarılması gerekir. Kitabı yazdıktan sonra, gözden geçirmeniz gerekir. Birkaç defa okuduktan sonra ve düzeltme yapıldıktan sonra, geriye kitabın yayınevine gönderilmesi kalır. En önemli hususta burasıdır. Çünkü yayınevinin kapısından dönebilirsiniz. Yazdığınız kitabın, okura hitap etmesi gerektiğini düşünen yayınevleri, bu konuda çok hassastırlar. Diyelim ki, yayınevi kabul etti ve basımına başlandı. İş kitap yazmakla ve yayınevinin basmasıyla bitmiyor. Bu işin reklamı da çok önemlidir. Bunun için imza günü düzenlenir. İşin en güzel kısmı ise, burasıdır. Çünkü yazar imza gününde, çektiği onca çileden sonra verdiği esere hayran hayran bakarak, ne kadar önemli bir iş başardığının mutluluğunu yaşar. Bunun en güzel örneğini, bugün imza gününe katıldığım ve çok sevdiğim bir ağabeyim olan, MUSTAFA GÜL’ÜN kitabını aldığım zaman anladım. MUSTAFA GÜL’ÜN bu kitabı, bir sağlık personeli olarak hac ibadetini yerine getirdikten sonra, kaleme aldığı anılarından oluşan bir kitaptır. Kitabın en güzel ve en önemli unsuru, kitabın ismidir. ‘İKİ KUTSAL GÖREV’ ne kadar anlamlı ve güzel bir isim. Bir yandan insan hayatının önemini, bir yandan ise, herkesin umutla, aşkla beklediği hac ibadetini, en güzel anılarıyla süslemiştir. Sanki yaşıyormuşuz gibi bir anlatım edasıyla, kitap haline getirmiştir. Öyle sürükleyici bir anlatımla yazmış ki, bugün aldıktan hemen sonra, bir çırpıda 3/2’sini okuyuverdim. Allah ondan razı olsun. Çok güzel anılarla bezenmiş ve akıcı bir üsluba sahip olan bu kitabı, herkesin okumasını ve faydalanmasını isterim.
İmza gününe gidip, onu tebrik etmeyi canı gönülden istiyordum. Bugün MUSTAFA GÜL ağabeyimin imza gününe, katılmanın mutluluğunu yaşıyorum. Onun mutluluğu ise, gözlerinden belliydi. Elini sıkıp tebrik etmek için yanına vardığımda, kitabını imzalayıp, bana uzattı. Elini sıktım ve tebrik ettim. Elini sıkarken, öyle bir heyecana kapılmıştı ki, vücudunun her tarafının titrediğini hissettim. Usulca kulağına eğilip, heyecandan titrediğini söyledim. O güler yüzü ile ve hoş bir bakışla: ‘daha kötü olduğum zamanlar vardı, bu daha iyi halim’ dedi. Bir yazarın böyle heyecandan titremesi, kitabı yazmasının yanında, o kitabın yayınlanması idi.
Topluma hayırlı ve faydalı olacağını düşündüğüm bu eseri, herkesin okumasını şiddetle tavsiye ediyorum. Buradan, MUSTAFA GÜL ağabeyimi tebrik eder ve başarılarının devamını dilerim. Vesselam….