Kış mevsiminin başlangıcı olan bir güne; ‘merhaba’ diyerek uyandım. Yorgun geçen bir günün ardından, sabahın erken saatlerinde, işe gitmek için dar sokaklarda yol alıyordum. Bu yolun sonu; insanların telaşla dolaştıkları caddelere çıkıyordu. Kalabalık insanlarla dolu bir caddeye çıktım.
İşe gitmek için, otobüs durağında beklemeye koyuldum. Esen rüzgâr, kulaklarımda yanma hissini oluşturuyordu. Kalın kıyafetler içerisinde bulunmama rağmen soğuk hava, vücudumu yerinden oynatıyordu. Bedenim; buz gibi esen rüzgâra teslim olmuş, parmak uçlarıma kadar titriyordum. Sanki ayaklarım yerden kesilmiş, havada asılı kalmıştım. Tam bu esnada otobüs, durağa yanaştı. Kuyruk oluşturan insanlar, teker teker aracın içini doldurmaya başladı. Otobüse erken binmenin sevinci ile birlikte, içeride beni karşılayan sıcak havayı iliklerime kadar hissettim. Sürekli seyahatlerde alışkanlık haline getirdiğim; cam tarafına oturma eylemini yineledim.
Otobüs, caddelerden geçerken hayatım gözlerimin önünden geçiyordu. Hem gelecek kaygısı, hem de geçmişin pişmanlıkları yüreğime kor alevler saçıyordu. Her bir pişmanlık; kalbimde yaralar açmaya devam ederken, gelecek kaygısı da; yaraya tuz oluyordu.
Otobüs caddelerden geçerken bir yağmur tanesi, camdan aşağıya doğru süzülmeye başladı. Yağmur tanesinin camda oluşturduğu ses, beni; yaşadığım zamana getirdi. Yağmur yağmaya başlamıştı. Her yağmur tanesinin gökyüzünden süzülüşünü izlemeye başladım. Havadaki kara bulutlardan süzülüp, semada ahenkle dans edip, toprağa hayat öpücüğü kondurup, yağmuru hayatın başlangıcı olarak görüyordum. Her bir tanesinin benim gözlerimden kaçmaması için, elimden gelen gayreti sarf ediyordum. Toprağa düşen damlalar, kendilerine rota çiziyorlardı. Çorak topraklara dönüşen tarlalar, yağmurun etkisiyle çamur deryasına dönüşmüştü. Üzerine düşen her bir damlanın sıçraması, onun mutluluğuna mutluluk katıyordu. Öyle ki; yağmur damlaların oluşturduğu akıntı, önüne çıkan engelleri bir bir aşıyordu.
Hayatın vazgeçilmez bir parçası olan yağmur, toprakta can buluyordu. Toprak, en değerli hazinesini saklamak için kendi içerisinde oyuklar oluşturuyordu. Saklama zamanı gelmişti.
Otobüsten inip toprağa hayat veren yağmur damlalarının beni, sırılsıklam yapmasını istiyordum. Ellerimi iki yana açıp, yağmurun bütün bedenimi yıkamasını istiyordum. Soğuk esen rüzgârın yerini, yağmurun etkisiyle ılık havaya bırakmıştı. Toprağın kokusu, çiçeklerin kokusuyla harmanlanıp temiz hava ile birleşti. Bu eşsiz parfümü, dünyanın hiçbir yerinde satın alınamazdı. Burnumdan içeriye girip, her bir kan hücrelerimde taşındığını hissettim.
Caddenin ortasında başımı gökyüzüne kaldırıp, gözlerimi kapatıp, yağmura teslim oldum. Yağmur, vücudumu iliklerime kadar yıkadığını hissettim. Bedenimi yıkadıktan sonra, düşüncelerimi de yıkamaya başlamışken bir ses, beni kendime getirdi. Arkadaşım: ‘Ne yapıyorsun orada? Deli misin? Hastalanacaksın, hadi gel içeri geçelim.’ Bu ses beni, yağmur uykusundan gerçek dünyaya gözlerimi açtığım zamandı. Bu güzel uykunun hiç bitmeyeceğini sandım. Ama yanılmışım.
HER GÜZEL ŞEY, BİR GÜN BİTER..
dua ile….. vesselam……