Bazı insanlar vardır; kendilerini mükemmel, kendilerinden başka herkesi yetersiz, eksik olarak görürler. Bu yüzyıllardan beri böyle süregelmiştir. Her dönem bu tip insanlar var olmuştur. Hz. Mevlana “kusursuz dost arayan, dostsuz kalır” sözünü boşuna sarfetmemiştir.
Bu insan modeli, başta kendi şahsına olmak üzere, mensubu bulunduğu gruba, cemiyete, camiaya büyük zararlar verdiğinin farkında bile değildir.
… Ve maalesef az sayıda da olsa bu tip insanlar, mensubu olmakla her zaman gurur duyduğum ülkücü hareketin içinde de yuvalanmış, kendilerine yer edinmişlerdir.
Ülkücülük; fedakarlık, feragat, samimiyet, hoşgörü, güzel ahlak, iyi niyet, çalışkanlık, azim ve kararlılık gerektiren büyük bir davanın adıdır.
Bir müddet ülkücü kuruluşlardan birinin çatısı altında bulunduktan sonra kendini teşkilatın üstünde görmeye başlayan dava şuurundan bihaber bazı zevatlar, Ocak Başkanını, MHP İl Başkanını, ilçe başkanlarını, yönetim kurulu üyelerini, milletvekili adaylarını, genel merkez yöneticilerini ve hatta genel başkanı bile insafsızca eleştirirken, dönüp de bir kere bile aynaya bakmayı akıllarına getirememektedirler.
“Ben ülkücüyüm ama bugüne kadar davama ne yarar sağladım” sorusunun cevabını kendilerine vermeye bile cesaret edememişlerdir. Çünkü verecek somut bir cevapları yoktur.
Falanca ülkücü bana selam vermedi, filan başkan beni onura etmedi, şu aday bana ters baktı, onun kravatı gömleğine uygun değil, bunun ayakkabısı boyasız, diğerinin gözünün üstünde kaşı var… O zaman ben yokum! Madem öyle ben de “eski ülkücü olarak nemalanabileceğim başka bir partiye geçerim” diyenler şunu iyi bellesinler ki; ülkücünün partisi MHPdir… MHP dışında bir partide siyaset yapanın ülkücülüğü bitmiştir… Ülkücünün eskisi yenisi olmaz. Bir insan ya ülkücüdür, ya değildir, bunun ortası yok…
Çünkü, Türk-İslam Ülkücülüğü fikir sisteminin mimarı, kurucusu, teorisyeni, uygulayıcısı olarak Türk Dünyasının Başbuğu ünvanını alan Merhum Alparslan TÜRKEŞ böyle diyor!
Yine Cennet Mekan Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ diyor ki; “Türk Milletine Bizansdan geçme bir hastalık vardır. Gevşeklik, lâubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele lâf söylemek... Bu hastalık sizde de var. Bu hastalığı tedavi etmeniz lâzımdır. Bu hastalığı tedavi edemezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi Harekette bir saniye daha fazla kalmayınız. Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz, her şeyden önce vasıflı Türk olmaya mecbursunuz. Türk Milletini batıran, Bizansı batıran, Osmanlı İmparatorluğunu batıran hastalık budur.”
Bu kutlu hareketin fikir babası olan Başbuğ Türkeşin sözünün üstüne söz söylemek, kitaplarında var olan, seminer, konferans kayıtlarında sabit olan sözlerini yalanlamak kimsenin haddi ve hakkı değildir.
Ülkücülük bir gönül davasıdır. Kimse bu çatı altında kalmaya zorlanamaz. Ama hiç kimse de bu camianın dışına çıktığı halde kendini ülkücü olarak tanımlayamaz… kısacası herkes, davasını bilecek, yolunu bilecek ve en önemlisi haddini bilecektir. Ülkemizin, Türk milletinin ve İslam aleminin içinde bulunduğu karanlık günleri aşarak aydınlık yarınlara ulaşması ülkücü hareketin güçlü olmasına bağlıdır. Yani yüz milyonlarca insanın kaderi bu kutlu davanın seyrine bağlı iken şahsi menfaatler, ihtiraslar, bencillikler bir kenara bırakılmalıdır… Bunun başka yolu yoktur… Sen, bilirsin ülküdaşım!