Şanlıurfa’da kalitesiz malzemeden üretilen ithal ayakkabılar, ayakkabı tamirciliği yapan esnafı olumsuz etkiliyor. Dar gelirli vatandaşlar 10-30 lira arasında değişen fiyatla satılan ucuz ayakkabılara ilgi gösteriyor.
Değişen ekonomik yapı ve gelişen üretim araçları dolayısıyla birçok meslek kaybolmaya yüz tutuyor. Ayakkabı tamirciliği de bu değişime karşı durmaya çalışan mesleklerden biri.
Ayakkabı tamir ustası Osman Çayırcıoğlu Şanlıurfa Gazetesine yaptığı açıklamada ; 1996 yılında bu dükkanı açtım.İnsanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. Çanta olsun, ayakkabı olsun, mont olsun tamir etmeye çalışıyoruz.İşimizin zorluğu bazı kişilerin biraz anlayışsız olmalarıdır. Hepsi değil tabi ama en büyük sıkıntıyı bu noktada yaşıyoruz. Birde memleketimiz malum ki ziraat bölgesidir. Mevsimlik işçiler gittiği zaman mesleğimizden ötürü işimiz kısa oluyor. Biraz daha geçimimiz zor oluyor, sıkıntı oluyor. Şimdilik başka bir sıkıntımız yok. Mümkün olduğunca müşteri memnuniyeti ve işimizin sağlamlığıdır. En önemlisi budur. Ayakkabı tamirinde Yapıştırıcı kullanıyoruz, çivi kullanıyoruz, tabanlık kullanıyoruz, astar kullanıyoruz, bu malzemeleri kullanıyoruz. Yaptığımız iş budur.İstanbul’dan getiriyorlar burada satan bir arkadaşımız var bizde ondan temin edip çalışıyoruz. Genelde ayakkabı üzerine, çanta veya mont olursa onları da yapıyoruz fakat olursa oda olur. Esas işimiz ayakkabı tamiratı. Babadan değil dededen beri bu mesleği yapıyorum. Dedemde ayakkabıcıymış babamda ayakkabıcıymış bende ayakkabıcıyım. Mecburiyetten bu işi yapıyoruz. Daha iyi şartlarda bir mesleğimiz olsaydı tabi ki bunu yapmazdım. Çırak konusunda gelince çırak bulamıyoruz.biz son temsilcileriz. Yani kıyıda köşede kalan yani artık bitmiş bu mesleğimiz tabiri caizse. Çünkü insanların alım gücü arttıkça bize ihtiyaç kalmıyor. İnsanların alım gücü yükselince atmak daha kolay oluyor. Yani tamir etmek yerine yenilemeyi tercih ediyorlar. İnsanların zenginliğinden kaynaklanan bir şey, şimdi sizin ihtiyacınız varsa bunu getirip tamir ettiriyorsunuz. İhtiyacınız yoksa durumunuz iyiyse bunu atıyorsunuz yenisini alıyorsunuz. Eskiden getirip örneğin pençe yaptırıyorlardı günde on çift pençe yapıyorduk şimdi on günde bir tane çifte pençe yapıyoruz. Kimse tamirat yaptırmıyor artık. Mesleğimize talep Şimdi eskiden insanlar aylık beş bin lira kazanıyordu ve ya bin lira kazanıyordu onunla ihtiyacını gideriyordu. Şimdi kimsenin umurun da değil hani eskimiş biraz sökülmüşse atıyorlar yenisini alıyorlar. Mağaza hesabı eskiden terzilere nasıl insanlar pantolonlarını, gömleklerini diktiriyorlardı şimdi hazır mağazalar varsa, şimdide naylon ayakkabılar var ucuz ayakkabılar var millet onlara yöneldi. Dolayısıyla tamir işi de öldü. Nasıl terzicilik öldüyse oda öldü. Eskiden birbirimize karşı hoş görümüz vardı. Eskiden insanların az önce söylediğim gibi alım gücü düşük olduğu için kızının, oğlunun, kardeşinin ayakkabısını getirip tamir ettiriyorlardı diktiriyorlardı, onlarda giyiyordu. Şimdi çocuk da giymiyor, hanım da giymiyor işte yenisini al veya efendim işte yenisi kaç para, ona harcayacağıma buna harcarım gibisinden zihniyetler çoğaldığı için maalesef bizde kıyıda köşede kalıyoruz. Ustamız derdi ki darabe dibinde oturan aç kalmaz, zenginde olamaz. Bizimki ancak ihtiyacımız kadarını alabiliyoruz, fazlası yok. Biz buradan dışarıya çıktığımız zaman atıyorum örneğin bir yerde bir iş yaptırdığımız zaman adam bize iki yüz lira diyor iki yüz lira diyor. Belki para olarak çok büyük bir para değil ama benim kazancımla kıyaslanırsa ben üç lira ile beş lira ile on lira ile kazandığım için o iki yüz lira bana çok büyük bir para olarak geliyor. Karşı komşum mesela örneğin bir elbiselik satıyor beş yüz altı yüz lira onun için iki yüz lira büyük bir sıkıntı değil. Ama benim için çok büyük sıkıntı çünkü ben iki lira ile beş lira ile bu parayı topluyorum. İşimiz küçük olduğu için meblağ küçük olduğu için para toplamak çok zor. Dışarıda da harcamak çok kolay onun için sıkıntı yaşıyoruz. Hiç kimse bir şey yapamaz çünkü ülkem zengin oluyor. Ben istiyorum ki ülkem zengin olsun varsın benim bir mesleğim kalmasın. İnsanlar zengin olsun refah içinde yaşasınlar, toplum olarak hepimiz refah içerisinde yaşayalım varsın bizim mesleğimiz olmasın. Sıkıntı değil o, bizim bir şekilde Cenabı-ı Allah rızkımızı gönderir.Eğer mümkün olsa devlet büyüklerimizden istediğimiz bu ki bizim gibi küçük esnafların sigorta primlerini ya düşürsünler ve ya sigorta primlerimizi devlet kendisi ödesin. Çünkü yedi yüz elli beş lira parayı bugün biz her ay sigortaya para yatırıyoruz. Bu bizim için çok büyük bir meblağ bizi yıpratıyor. Benim gibi niceleri var bizim gibi gerçekten küçük esnaf olanlar için yapsınlar bunu. Adamın durumu iyi ise yatırsın ona sözüm yok. Ama bizim gibi basit esnaf küçük esnaf bunlar için çok büyük para yedi yüz elli beş lira para bu bizi biraz yıpratıyor. Eğer bu isteğimiz olursa Allah razı olsun olmazsa yine Allah razı olsun. Dedi.
Ayakkabının tarihçesi ;
Ayakkabının tarihi kıyafetlerin tarihi kadar eskidir. Eski çağlarda çoğu insan, tabanı deriden ya da tahtadan sandallar giyerdi. Bu tür sandallara örneğin Antik Mısır'da rastlanır. Eski Yunanların avlanırken çizme giydikleri bilinmektedir. Bunun yanında hamama da bir tür ayakkabı ile girdikleri bilinmektedir. Girit'teki Minos uygarlığı ve Roma dönemlerinde bu tür ayakkabı ve çizmeler kullanılmıştır. Ortaçağda, ayağı sarması için yumuşak deri ya da kumaştan yapılan ayakkabıların burunları sivriydi. Yolculuk sırasında ise potinler ya da baldırlara kadar çıkan çizmeler giyilirdi. 14. yüzyıl sonlarına doğru öylesine uzun burunlu ayakkabılar üretildi ki, bunlarla yürüyebilmek için ayakkabının burnunu bir zincirle diz kemerine bağlamak gerekiyordu. Daha sonraki tarihlerde ayakkabılara yüksek mantar topuklar eklendi. Ayakkabıyı korumak amacıyla giyilen mantar topuklu şosonlar 1575'te moda oldu. Ama kötü havalarda ya da çok yağışlı bölgelerde tahta tabanlı ayakkabılar da giyiliyordu. Bu tür tahta ayakkabıları (sabo), Hollandalı çiftçiler günümüzde de giyerler.
17. yüzyılın başlarında ayakkabıların yerini alan yüksek topuklu uzun çizmeler, evde bile giyiliyordu. Sonraları, dantelli çorapların görünmesi için çizmelerin üst kenarları dışa doğru kıvrıldı. 1660'tan sonra siyah, üzeri bağcıklı ya da tokalı, kalkık kare burunlu ayakkabılar çizmenin yerini aldı. Kadın ayakkabıları erkek ayakkabılarının modasını izledi. 17. yüzyıldan başlayarak, sivri burun ve yüksek topuklarıyla özgün bir biçim aldı.
1720'lere kadar kare burunlu ayakkabılar yaygındı. Bu tarihten sonra bunların yerini yuvarlak burunlu ayakkabılar aldı. 1770'lerde üstte geniş kıvrımları bulunmayan uzun çizmeler moda oldu. 18. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da brokardan yapılıyor ve toka, kurdele ya da fiyonklarla süsleniyordu. Yüksek topuklu ayakkabılar 1790'da tümüyle ortadan kalktı. Sokaklar ve yollar öylesine kötü ve çamurluydu ki, insanlar evden dışarıya çıkarken şosonlarını giymek zorunda kalıyorlardı.
19. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da kadifedendi ve topuksuzdu. Erkekler ise genellikle düğmeli, bağcıklı ya da yanları esnek çizmeler giyiyorlardı. 1860'ların bağcıksız ve yanları esnek yarım çizmeleri çoğu zaman beyaz ipekten yapılıyordu. On yıl sonra yüksek topuklar yeniden moda oldu, çizmeler de yanları düğmeli olarak yapılmaya başlandı. Ayakkabılarda ve çizmelerde hâlâ bez kullanılıyordu, ama ayakkabıların burunları bazen deriden yapılıyordu.
19. yüzyılda kadınlar fabrikalarda ve bürolarda çalışmaya, ayrıca yürüyüş ve bisiklete binmek gibi sporlar yapmaya başlayınca daha sağlam ayakkabılar kaçınılmaz hale geldi. Bağcıklı rahat yürüyüş ayakkabısı Birinci Dünya Savaşı (1914-18) sırasında ortaya çıktı. Günümüzde de ayakkabı yapımında moda önemli rol oynamaktadır. Spor yaparken kas, kiriş, bağ, kemik ve kıkırdak yaralanmaları riskinin alt düzeye çekilebilmesi için doğru ayakkabı seçimi önem taşımaktadır.
Değişen ekonomik yapı ve gelişen üretim araçları dolayısıyla birçok meslek kaybolmaya yüz tutuyor. Ayakkabı tamirciliği de bu değişime karşı durmaya çalışan mesleklerden biri.
Ayakkabı tamir ustası Osman Çayırcıoğlu Şanlıurfa Gazetesine yaptığı açıklamada ; 1996 yılında bu dükkanı açtım.İnsanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. Çanta olsun, ayakkabı olsun, mont olsun tamir etmeye çalışıyoruz.İşimizin zorluğu bazı kişilerin biraz anlayışsız olmalarıdır. Hepsi değil tabi ama en büyük sıkıntıyı bu noktada yaşıyoruz. Birde memleketimiz malum ki ziraat bölgesidir. Mevsimlik işçiler gittiği zaman mesleğimizden ötürü işimiz kısa oluyor. Biraz daha geçimimiz zor oluyor, sıkıntı oluyor. Şimdilik başka bir sıkıntımız yok. Mümkün olduğunca müşteri memnuniyeti ve işimizin sağlamlığıdır. En önemlisi budur. Ayakkabı tamirinde Yapıştırıcı kullanıyoruz, çivi kullanıyoruz, tabanlık kullanıyoruz, astar kullanıyoruz, bu malzemeleri kullanıyoruz. Yaptığımız iş budur.İstanbul’dan getiriyorlar burada satan bir arkadaşımız var bizde ondan temin edip çalışıyoruz. Genelde ayakkabı üzerine, çanta veya mont olursa onları da yapıyoruz fakat olursa oda olur. Esas işimiz ayakkabı tamiratı. Babadan değil dededen beri bu mesleği yapıyorum. Dedemde ayakkabıcıymış babamda ayakkabıcıymış bende ayakkabıcıyım. Mecburiyetten bu işi yapıyoruz. Daha iyi şartlarda bir mesleğimiz olsaydı tabi ki bunu yapmazdım. Çırak konusunda gelince çırak bulamıyoruz.biz son temsilcileriz. Yani kıyıda köşede kalan yani artık bitmiş bu mesleğimiz tabiri caizse. Çünkü insanların alım gücü arttıkça bize ihtiyaç kalmıyor. İnsanların alım gücü yükselince atmak daha kolay oluyor. Yani tamir etmek yerine yenilemeyi tercih ediyorlar. İnsanların zenginliğinden kaynaklanan bir şey, şimdi sizin ihtiyacınız varsa bunu getirip tamir ettiriyorsunuz. İhtiyacınız yoksa durumunuz iyiyse bunu atıyorsunuz yenisini alıyorsunuz. Eskiden getirip örneğin pençe yaptırıyorlardı günde on çift pençe yapıyorduk şimdi on günde bir tane çifte pençe yapıyoruz. Kimse tamirat yaptırmıyor artık. Mesleğimize talep Şimdi eskiden insanlar aylık beş bin lira kazanıyordu ve ya bin lira kazanıyordu onunla ihtiyacını gideriyordu. Şimdi kimsenin umurun da değil hani eskimiş biraz sökülmüşse atıyorlar yenisini alıyorlar. Mağaza hesabı eskiden terzilere nasıl insanlar pantolonlarını, gömleklerini diktiriyorlardı şimdi hazır mağazalar varsa, şimdide naylon ayakkabılar var ucuz ayakkabılar var millet onlara yöneldi. Dolayısıyla tamir işi de öldü. Nasıl terzicilik öldüyse oda öldü. Eskiden birbirimize karşı hoş görümüz vardı. Eskiden insanların az önce söylediğim gibi alım gücü düşük olduğu için kızının, oğlunun, kardeşinin ayakkabısını getirip tamir ettiriyorlardı diktiriyorlardı, onlarda giyiyordu. Şimdi çocuk da giymiyor, hanım da giymiyor işte yenisini al veya efendim işte yenisi kaç para, ona harcayacağıma buna harcarım gibisinden zihniyetler çoğaldığı için maalesef bizde kıyıda köşede kalıyoruz. Ustamız derdi ki darabe dibinde oturan aç kalmaz, zenginde olamaz. Bizimki ancak ihtiyacımız kadarını alabiliyoruz, fazlası yok. Biz buradan dışarıya çıktığımız zaman atıyorum örneğin bir yerde bir iş yaptırdığımız zaman adam bize iki yüz lira diyor iki yüz lira diyor. Belki para olarak çok büyük bir para değil ama benim kazancımla kıyaslanırsa ben üç lira ile beş lira ile on lira ile kazandığım için o iki yüz lira bana çok büyük bir para olarak geliyor. Karşı komşum mesela örneğin bir elbiselik satıyor beş yüz altı yüz lira onun için iki yüz lira büyük bir sıkıntı değil. Ama benim için çok büyük sıkıntı çünkü ben iki lira ile beş lira ile bu parayı topluyorum. İşimiz küçük olduğu için meblağ küçük olduğu için para toplamak çok zor. Dışarıda da harcamak çok kolay onun için sıkıntı yaşıyoruz. Hiç kimse bir şey yapamaz çünkü ülkem zengin oluyor. Ben istiyorum ki ülkem zengin olsun varsın benim bir mesleğim kalmasın. İnsanlar zengin olsun refah içinde yaşasınlar, toplum olarak hepimiz refah içerisinde yaşayalım varsın bizim mesleğimiz olmasın. Sıkıntı değil o, bizim bir şekilde Cenabı-ı Allah rızkımızı gönderir.Eğer mümkün olsa devlet büyüklerimizden istediğimiz bu ki bizim gibi küçük esnafların sigorta primlerini ya düşürsünler ve ya sigorta primlerimizi devlet kendisi ödesin. Çünkü yedi yüz elli beş lira parayı bugün biz her ay sigortaya para yatırıyoruz. Bu bizim için çok büyük bir meblağ bizi yıpratıyor. Benim gibi niceleri var bizim gibi gerçekten küçük esnaf olanlar için yapsınlar bunu. Adamın durumu iyi ise yatırsın ona sözüm yok. Ama bizim gibi basit esnaf küçük esnaf bunlar için çok büyük para yedi yüz elli beş lira para bu bizi biraz yıpratıyor. Eğer bu isteğimiz olursa Allah razı olsun olmazsa yine Allah razı olsun. Dedi.
Ayakkabının tarihçesi ;
Ayakkabının tarihi kıyafetlerin tarihi kadar eskidir. Eski çağlarda çoğu insan, tabanı deriden ya da tahtadan sandallar giyerdi. Bu tür sandallara örneğin Antik Mısır'da rastlanır. Eski Yunanların avlanırken çizme giydikleri bilinmektedir. Bunun yanında hamama da bir tür ayakkabı ile girdikleri bilinmektedir. Girit'teki Minos uygarlığı ve Roma dönemlerinde bu tür ayakkabı ve çizmeler kullanılmıştır. Ortaçağda, ayağı sarması için yumuşak deri ya da kumaştan yapılan ayakkabıların burunları sivriydi. Yolculuk sırasında ise potinler ya da baldırlara kadar çıkan çizmeler giyilirdi. 14. yüzyıl sonlarına doğru öylesine uzun burunlu ayakkabılar üretildi ki, bunlarla yürüyebilmek için ayakkabının burnunu bir zincirle diz kemerine bağlamak gerekiyordu. Daha sonraki tarihlerde ayakkabılara yüksek mantar topuklar eklendi. Ayakkabıyı korumak amacıyla giyilen mantar topuklu şosonlar 1575'te moda oldu. Ama kötü havalarda ya da çok yağışlı bölgelerde tahta tabanlı ayakkabılar da giyiliyordu. Bu tür tahta ayakkabıları (sabo), Hollandalı çiftçiler günümüzde de giyerler.
17. yüzyılın başlarında ayakkabıların yerini alan yüksek topuklu uzun çizmeler, evde bile giyiliyordu. Sonraları, dantelli çorapların görünmesi için çizmelerin üst kenarları dışa doğru kıvrıldı. 1660'tan sonra siyah, üzeri bağcıklı ya da tokalı, kalkık kare burunlu ayakkabılar çizmenin yerini aldı. Kadın ayakkabıları erkek ayakkabılarının modasını izledi. 17. yüzyıldan başlayarak, sivri burun ve yüksek topuklarıyla özgün bir biçim aldı.
1720'lere kadar kare burunlu ayakkabılar yaygındı. Bu tarihten sonra bunların yerini yuvarlak burunlu ayakkabılar aldı. 1770'lerde üstte geniş kıvrımları bulunmayan uzun çizmeler moda oldu. 18. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da brokardan yapılıyor ve toka, kurdele ya da fiyonklarla süsleniyordu. Yüksek topuklu ayakkabılar 1790'da tümüyle ortadan kalktı. Sokaklar ve yollar öylesine kötü ve çamurluydu ki, insanlar evden dışarıya çıkarken şosonlarını giymek zorunda kalıyorlardı.
19. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da kadifedendi ve topuksuzdu. Erkekler ise genellikle düğmeli, bağcıklı ya da yanları esnek çizmeler giyiyorlardı. 1860'ların bağcıksız ve yanları esnek yarım çizmeleri çoğu zaman beyaz ipekten yapılıyordu. On yıl sonra yüksek topuklar yeniden moda oldu, çizmeler de yanları düğmeli olarak yapılmaya başlandı. Ayakkabılarda ve çizmelerde hâlâ bez kullanılıyordu, ama ayakkabıların burunları bazen deriden yapılıyordu.
19. yüzyılda kadınlar fabrikalarda ve bürolarda çalışmaya, ayrıca yürüyüş ve bisiklete binmek gibi sporlar yapmaya başlayınca daha sağlam ayakkabılar kaçınılmaz hale geldi. Bağcıklı rahat yürüyüş ayakkabısı Birinci Dünya Savaşı (1914-18) sırasında ortaya çıktı. Günümüzde de ayakkabı yapımında moda önemli rol oynamaktadır. Spor yaparken kas, kiriş, bağ, kemik ve kıkırdak yaralanmaları riskinin alt düzeye çekilebilmesi için doğru ayakkabı seçimi önem taşımaktadır.