Özel Haber
Bayan kuaförü Metin Yıldıztaş Şanlıurfa Gazetesine yaptığı açıklamada ;Mesleğe başlamama babam vesile oldu, babamın kuaför arkadaşı vardı ve o zamanlar erkeklerin bu sektör de olduğunu bilmiyordum, 1999 – 2000 yılları arasında mesleğe çırak olarak başladım ve bu zaman kadar geldim. Benim gözüm de bayan kuaförlüğü sanattır, daha geçmiş tarihlere döndüğümüz zaman ilk kuaförlük mesleğini Hz. İbrahim yapmıştır, oğulları İsmail ve İshak’ı tıraş etmiştir çarşı ortasında. Daha günümüze gelirsek kuaförlük mesleği Osmanlı zamanında çok etkindi 4. Murat zamanına kadar. 4. Murat dönemin de kuaförlük, kahvehaneler de yapılırdı, 4. Murat tütünü yasakladıktan sonra kahvehanelere müşteriler gitmez oldu. Müşteriler gidemeyince erkek berberleri, kuaförler ilk kuaförlük dükkânını açtı, ilk bayan kuaförlüğü yanlış hatırlamıyorsam Suriye dönemlerin de açıldı daha sonra ilerleyerek günümüze kadar gelmiştir. Müthiş bir ilerleme var, aslında saç kestirmek, saç yaptırmak, saçları boyatmak lüks değil ihtiyaç haline geldi çünkü kuaförlerimize gitmediğimiz zaman özellikle korona dönemin de insanlar kuaförlerinden uzak kaldı. Bu durum insanları psikolojik olarak ciddi şekilde etkiledi, insanlar kendini hep iyi görmek ister. Olumlu taraflarını sayamayız çünkü fazlasıyla olumlu tarafı var, ben 20 yıldır bu işin içerisindeyim ve çok seviyorum, insanları mutlu ediyorum bunun sayesinde bende motive olmuş oluyorum. Olumsuz tarafı ise yok denecek kadar az, çok fazla ayakta durmaktan başka olumsuz tarafı yok. Çok var, erkek kuaförlüğünde sadece tarak üstü tıraşlar yapılır, çok fazla renk seçeneği yoktur, son dönemler de görüyorum bazı arkadaşlar sadece saçın ön kısmına balyaj attırıyorlar ama bizim kuaförlüğün çok çeşidi var. Kesim teknikleri var, kesim çeşitleri var, boya çeşitleri var, ombresı, perması var ve çok geniş bir yelpazesi var, erkek kuaförlüğün de benim gördüğüm kadarıyla bir saç tıraşı, bir sakal tıraşı var, bir erkek balyaj yaptıramaz, bir ombre yaptıramaz, topuz yaptıramaz. Tabi onların da kendi mesleklerinde farklı şeyler yaptığını görüyorum, birkaç gün önce Antalya’da eğitim seminerindeydim orada erkek kuaförlerinin çok başarılı işler yaptığını gördüm ve çok memnun kaldım ama bizim ki kadar değil. Onların ki biraz daha sınırlı, biz de yelpaze fazla olunca değişik sonuçlar da oluyor, tabi bir dönem erkekler perma yaptırıyordu ama ben bir erkek de permayı hoş bulmuyorum çünkü koyunyünü gibi duruyor ama kadınların saçları uzun olduğundan dolayı daha güzel duruyor. Çok fazla renk seçenekleri de yok çünkü çok fazla bir şey yok ama en fazla manikür, pedikür yaptırabilirler onu da zaten Urfa’da çok fazla görmüyorum. Maalesef bu sorun sadece Şanlıurfa’da değil Türkiye genelinde bu problem var, eleman bir yerde 6 – 7 ay çalışıp usta olduklarını sanıyorlar daha sonra ben makası elime aldım dükkân açacağım diyorlar. Onlar bir şey yapmaya çalışıyorlar ama zarar gören yine bizim insanlarımız oluyor çünkü boya tekniklerini yanlış uyguladıklarından dolayı saçlar yanmaya kadar gidiyor. Yanlış kesimler, yanlış boyalar ve insanlar hem maddi olarak zarara uğruyorlar, hem manevi olarak zarara uğruyorlar çünkü bir saçın toparlanması en az 6 – 7 ay sürüyor. Burada bayanlara ve erkeklere tavsiyem gidecekleri kuaförleri iyice araştırmaları gerekiyor, kuaförün öz geçmişlerine bakmaları gerekiyor, sertifikalarına bakmaları gerekiyor. Biz esnaf olarak acemi kuaförlerin önüne geçemiyoruz, bunun bizim oda başkanlarımızın, belediyemizin ve valiliğin araştırması lazım, belgelerini kontrol etmesi lazım. Tabi ilk olarak biz toplum olarak gideceğimiz kuaföre gitmeliyiz, örneğin sosyal medyadan gideceğimiz kuaförün yaptığı saç modellerini görebiliyoruz acemi ve usta bir kuaförün farkı bu şekilde zaten görülebiliyor. Eskiye göre az, eskiden aileler çocukları yanımıza göndereceği zaman eti de, kemiği de senin derlerdi ama şimdi zihniyet öyle değil aman çocuğuma kızmasınlar, aman laf söylemesinler, aman çocuğumun psikolojisi bozuldu bu yüzden son dönemler de çırak yetişmiyor. Böylece de ilerleyen dönemler de ne yapacağımızı bilmiyoruz.dedi.
TÜRKİYE’DE KUAFÖRLÜK; Türkiye’de kadın saçı, yüzyıllar boyunca makas yüzü görmeden uzatılmış, saçın kuvvetine göre bele, hatta topuklara kadar inmiştir. Öyle ki kadın güzelliği ve özellikle de görücüye satılık verilen kızlar, “kirpiği yanağında, saçı topuğunda” diye övülürdü.
18. yüzyılda II. Sultan Mahmut ve Lale Devrinde Türk kadını, saç tuvaletinde Avrupa modellerini örnek almıştır. Alın üstünde, başın arkasında ve tepesinde topuz yapılmış ve bu topuzlar güzel hatlı elmas taraklarla süslenmiştir. O tarihlerde dekolte giymek ve çalgı çalmak gibi kadının özgürlüğünü gösteren hareketler de başlamıştır.
1888 yılında İstanbul’da Mukadderat adında bir dergi yayımlandı. Bu dergi, Osmanlı saray kadınına yeni bir çehre getirdi. Peçe atılmaya, baş açılıp saçlar biçimlenmeye başlandı. İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla açılıp saçılan kadınlar, zaman zaman geleneksel çevrenin tepkisiyle karşılaştı. İstanbul gibi büyükşehirlerdeki durum karşısında, köydeki kadınlar (başları bağlı) tütün, üzüm, pamuk vb.ni yetiştirmekle uğraşırlardı.
1923 yılında Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Türkiye’nin savaş sonrası sıkıntılarından bir an önce kurtulup modern bir devlet, çağdaş bir toplum düzeyine gelebilmesi için Büyük Önder Atatürk tarafından birçok inkılâp yapılmıştır. Bunlar arasında 1926 yılında Türk Medeni Kanunu’nun kabulü ile 1930 yılında Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesi de vardı. Böylece çarşaf içinde, peçe altında, kafes arkasındaki Türk kadını tarihe karışmış ve uygar ülkelerde olduğu gibi sosyal, siyasal ve ekonomik özgürlükleri ile gerçek anlamda Türk milletinin özüne yaraşır şekilde kadına değer verilmeye başlamıştır.
Kadının özgürlüğünü kazanmasının bir simgesi olarak Cumhuriyet Gazetesi’nin 1929 yılında “Türkiye’de güzellik yarışması yapılmalıdır.” diye ortaya atmış olduğu öneri benimsenmiştir. İlk defa o yıl yapılan güzellik yarışmasında Feriha Tevfik Hanım, 1930 yılında Mübeccel Namık Hanım, 1931 yılında Naşide Saffet Hanım ve 1932 yılında yapılan yarışmada da Neriman Halis Hanım Türkiye Güzellik Kraliçesi seçildi. Aynı yıl, Neriman Halis Hanım’ın Avrupa Güzellik Kraliçesi ve ertesi sene de Dünya Güzeli seçilmesi Türk kadının toplumdaki eşit yerini almasına ve Türkiye’nin Avrupa ülkelerinde tanınmasına vesile olmuştur.
İşte o yıllarda Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyükşehirlerde gece hayatı, yavaş yavaş canlanıp renklenmeye başlamıştır. Yabancı ülke sefirlerine ve Türkiye’yi ziyaret eden konuklara verilen yemek davetlerinde, diğer resmî ve özel kokteyl toplantılarında, düğünlerde ve Cumhuriyetin kuruluşunun her yıl coşkuyla kutlanmasına vesile olarak düzenlenen Büyük Cumhuriyet Balosu ile her yıl yapılan gazeteciler ve tıp balosu gibi sosyal yaşamda önemli yeri olan eğlence ve toplantılarda Türk kadını, giyim ve kuşamında olduğu gibi saç tuvaletinde de yenileşmeye ve modaya uyum sağlamaya başlamıştır.
Türkiye’deki bu yenileşmenin heyecanıyla o yıllarda kadınlar, saç tuvaletine çok önem vermişlerdir. Buna rağmen kadın berberliği teknik yönden ve kullanılan makine, ilaç ve araç gereç bakımından bugünkü kadar gelişmediği için sanatkârlar, zor şartlarda çalışarak ve alet olarak da maşa, makas ve tarak kullanarak sanatlarını o günün şartları içinde başarıyla yapmışlardır.
Kadın berberliğinin İstanbul’dan başlayarak Türkiye’de yayılması şöyle olmuştur: 1917 yılında Rusya’da ihtilalle başlayan savaşın bitmesinden sonra İstanbul’a kaçıp gelen dört kadın berberinden ikisi beyaz Rus Maks ve Jorj, diğer ikisinden biri Alman Sezar ve diğeri de Fransız Blazi idi. O yıllarda İstanbul’da kadın berberinin sayısı 10’u geçmiyordu. İstanbul’un meşhur kadın berberi Blazin’in çırağı olan Marsel, o yıllarda büyük başarı gösterip üne kavuştu. Ekmeğin okkasının on kuruş olduğu o zaman Marsel’in günlük kazancının 450 lira olduğu tahmin ediliyordu. Marsel’in İstiklal Caddesindeki dükkânında 30 kişilik personel çalışırdı.
1930 ile 1950 yılları arasında İstanbul’da kadın berberi olarak çalışan gayrimüslim sanatkârlardan bazıları; Onnik, Edmon, Ferdinant, Marsel, Mina, Jorji ve Nino kardeşler İspiro, Viktor, Jül Halama, Hanri Kasar, Vili ve diğerleridir. Vili daha sonra Müslüman olup Veli Acar ismini almıştır.
Bayan kuaförü Metin Yıldıztaş Şanlıurfa Gazetesine yaptığı açıklamada ;Mesleğe başlamama babam vesile oldu, babamın kuaför arkadaşı vardı ve o zamanlar erkeklerin bu sektör de olduğunu bilmiyordum, 1999 – 2000 yılları arasında mesleğe çırak olarak başladım ve bu zaman kadar geldim. Benim gözüm de bayan kuaförlüğü sanattır, daha geçmiş tarihlere döndüğümüz zaman ilk kuaförlük mesleğini Hz. İbrahim yapmıştır, oğulları İsmail ve İshak’ı tıraş etmiştir çarşı ortasında. Daha günümüze gelirsek kuaförlük mesleği Osmanlı zamanında çok etkindi 4. Murat zamanına kadar. 4. Murat dönemin de kuaförlük, kahvehaneler de yapılırdı, 4. Murat tütünü yasakladıktan sonra kahvehanelere müşteriler gitmez oldu. Müşteriler gidemeyince erkek berberleri, kuaförler ilk kuaförlük dükkânını açtı, ilk bayan kuaförlüğü yanlış hatırlamıyorsam Suriye dönemlerin de açıldı daha sonra ilerleyerek günümüze kadar gelmiştir. Müthiş bir ilerleme var, aslında saç kestirmek, saç yaptırmak, saçları boyatmak lüks değil ihtiyaç haline geldi çünkü kuaförlerimize gitmediğimiz zaman özellikle korona dönemin de insanlar kuaförlerinden uzak kaldı. Bu durum insanları psikolojik olarak ciddi şekilde etkiledi, insanlar kendini hep iyi görmek ister. Olumlu taraflarını sayamayız çünkü fazlasıyla olumlu tarafı var, ben 20 yıldır bu işin içerisindeyim ve çok seviyorum, insanları mutlu ediyorum bunun sayesinde bende motive olmuş oluyorum. Olumsuz tarafı ise yok denecek kadar az, çok fazla ayakta durmaktan başka olumsuz tarafı yok. Çok var, erkek kuaförlüğünde sadece tarak üstü tıraşlar yapılır, çok fazla renk seçeneği yoktur, son dönemler de görüyorum bazı arkadaşlar sadece saçın ön kısmına balyaj attırıyorlar ama bizim kuaförlüğün çok çeşidi var. Kesim teknikleri var, kesim çeşitleri var, boya çeşitleri var, ombresı, perması var ve çok geniş bir yelpazesi var, erkek kuaförlüğün de benim gördüğüm kadarıyla bir saç tıraşı, bir sakal tıraşı var, bir erkek balyaj yaptıramaz, bir ombre yaptıramaz, topuz yaptıramaz. Tabi onların da kendi mesleklerinde farklı şeyler yaptığını görüyorum, birkaç gün önce Antalya’da eğitim seminerindeydim orada erkek kuaförlerinin çok başarılı işler yaptığını gördüm ve çok memnun kaldım ama bizim ki kadar değil. Onların ki biraz daha sınırlı, biz de yelpaze fazla olunca değişik sonuçlar da oluyor, tabi bir dönem erkekler perma yaptırıyordu ama ben bir erkek de permayı hoş bulmuyorum çünkü koyunyünü gibi duruyor ama kadınların saçları uzun olduğundan dolayı daha güzel duruyor. Çok fazla renk seçenekleri de yok çünkü çok fazla bir şey yok ama en fazla manikür, pedikür yaptırabilirler onu da zaten Urfa’da çok fazla görmüyorum. Maalesef bu sorun sadece Şanlıurfa’da değil Türkiye genelinde bu problem var, eleman bir yerde 6 – 7 ay çalışıp usta olduklarını sanıyorlar daha sonra ben makası elime aldım dükkân açacağım diyorlar. Onlar bir şey yapmaya çalışıyorlar ama zarar gören yine bizim insanlarımız oluyor çünkü boya tekniklerini yanlış uyguladıklarından dolayı saçlar yanmaya kadar gidiyor. Yanlış kesimler, yanlış boyalar ve insanlar hem maddi olarak zarara uğruyorlar, hem manevi olarak zarara uğruyorlar çünkü bir saçın toparlanması en az 6 – 7 ay sürüyor. Burada bayanlara ve erkeklere tavsiyem gidecekleri kuaförleri iyice araştırmaları gerekiyor, kuaförün öz geçmişlerine bakmaları gerekiyor, sertifikalarına bakmaları gerekiyor. Biz esnaf olarak acemi kuaförlerin önüne geçemiyoruz, bunun bizim oda başkanlarımızın, belediyemizin ve valiliğin araştırması lazım, belgelerini kontrol etmesi lazım. Tabi ilk olarak biz toplum olarak gideceğimiz kuaföre gitmeliyiz, örneğin sosyal medyadan gideceğimiz kuaförün yaptığı saç modellerini görebiliyoruz acemi ve usta bir kuaförün farkı bu şekilde zaten görülebiliyor. Eskiye göre az, eskiden aileler çocukları yanımıza göndereceği zaman eti de, kemiği de senin derlerdi ama şimdi zihniyet öyle değil aman çocuğuma kızmasınlar, aman laf söylemesinler, aman çocuğumun psikolojisi bozuldu bu yüzden son dönemler de çırak yetişmiyor. Böylece de ilerleyen dönemler de ne yapacağımızı bilmiyoruz.dedi.
TÜRKİYE’DE KUAFÖRLÜK; Türkiye’de kadın saçı, yüzyıllar boyunca makas yüzü görmeden uzatılmış, saçın kuvvetine göre bele, hatta topuklara kadar inmiştir. Öyle ki kadın güzelliği ve özellikle de görücüye satılık verilen kızlar, “kirpiği yanağında, saçı topuğunda” diye övülürdü.
18. yüzyılda II. Sultan Mahmut ve Lale Devrinde Türk kadını, saç tuvaletinde Avrupa modellerini örnek almıştır. Alın üstünde, başın arkasında ve tepesinde topuz yapılmış ve bu topuzlar güzel hatlı elmas taraklarla süslenmiştir. O tarihlerde dekolte giymek ve çalgı çalmak gibi kadının özgürlüğünü gösteren hareketler de başlamıştır.
1888 yılında İstanbul’da Mukadderat adında bir dergi yayımlandı. Bu dergi, Osmanlı saray kadınına yeni bir çehre getirdi. Peçe atılmaya, baş açılıp saçlar biçimlenmeye başlandı. İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla açılıp saçılan kadınlar, zaman zaman geleneksel çevrenin tepkisiyle karşılaştı. İstanbul gibi büyükşehirlerdeki durum karşısında, köydeki kadınlar (başları bağlı) tütün, üzüm, pamuk vb.ni yetiştirmekle uğraşırlardı.
1923 yılında Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Türkiye’nin savaş sonrası sıkıntılarından bir an önce kurtulup modern bir devlet, çağdaş bir toplum düzeyine gelebilmesi için Büyük Önder Atatürk tarafından birçok inkılâp yapılmıştır. Bunlar arasında 1926 yılında Türk Medeni Kanunu’nun kabulü ile 1930 yılında Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesi de vardı. Böylece çarşaf içinde, peçe altında, kafes arkasındaki Türk kadını tarihe karışmış ve uygar ülkelerde olduğu gibi sosyal, siyasal ve ekonomik özgürlükleri ile gerçek anlamda Türk milletinin özüne yaraşır şekilde kadına değer verilmeye başlamıştır.
Kadının özgürlüğünü kazanmasının bir simgesi olarak Cumhuriyet Gazetesi’nin 1929 yılında “Türkiye’de güzellik yarışması yapılmalıdır.” diye ortaya atmış olduğu öneri benimsenmiştir. İlk defa o yıl yapılan güzellik yarışmasında Feriha Tevfik Hanım, 1930 yılında Mübeccel Namık Hanım, 1931 yılında Naşide Saffet Hanım ve 1932 yılında yapılan yarışmada da Neriman Halis Hanım Türkiye Güzellik Kraliçesi seçildi. Aynı yıl, Neriman Halis Hanım’ın Avrupa Güzellik Kraliçesi ve ertesi sene de Dünya Güzeli seçilmesi Türk kadının toplumdaki eşit yerini almasına ve Türkiye’nin Avrupa ülkelerinde tanınmasına vesile olmuştur.
İşte o yıllarda Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyükşehirlerde gece hayatı, yavaş yavaş canlanıp renklenmeye başlamıştır. Yabancı ülke sefirlerine ve Türkiye’yi ziyaret eden konuklara verilen yemek davetlerinde, diğer resmî ve özel kokteyl toplantılarında, düğünlerde ve Cumhuriyetin kuruluşunun her yıl coşkuyla kutlanmasına vesile olarak düzenlenen Büyük Cumhuriyet Balosu ile her yıl yapılan gazeteciler ve tıp balosu gibi sosyal yaşamda önemli yeri olan eğlence ve toplantılarda Türk kadını, giyim ve kuşamında olduğu gibi saç tuvaletinde de yenileşmeye ve modaya uyum sağlamaya başlamıştır.
Türkiye’deki bu yenileşmenin heyecanıyla o yıllarda kadınlar, saç tuvaletine çok önem vermişlerdir. Buna rağmen kadın berberliği teknik yönden ve kullanılan makine, ilaç ve araç gereç bakımından bugünkü kadar gelişmediği için sanatkârlar, zor şartlarda çalışarak ve alet olarak da maşa, makas ve tarak kullanarak sanatlarını o günün şartları içinde başarıyla yapmışlardır.
Kadın berberliğinin İstanbul’dan başlayarak Türkiye’de yayılması şöyle olmuştur: 1917 yılında Rusya’da ihtilalle başlayan savaşın bitmesinden sonra İstanbul’a kaçıp gelen dört kadın berberinden ikisi beyaz Rus Maks ve Jorj, diğer ikisinden biri Alman Sezar ve diğeri de Fransız Blazi idi. O yıllarda İstanbul’da kadın berberinin sayısı 10’u geçmiyordu. İstanbul’un meşhur kadın berberi Blazin’in çırağı olan Marsel, o yıllarda büyük başarı gösterip üne kavuştu. Ekmeğin okkasının on kuruş olduğu o zaman Marsel’in günlük kazancının 450 lira olduğu tahmin ediliyordu. Marsel’in İstiklal Caddesindeki dükkânında 30 kişilik personel çalışırdı.
1930 ile 1950 yılları arasında İstanbul’da kadın berberi olarak çalışan gayrimüslim sanatkârlardan bazıları; Onnik, Edmon, Ferdinant, Marsel, Mina, Jorji ve Nino kardeşler İspiro, Viktor, Jül Halama, Hanri Kasar, Vili ve diğerleridir. Vili daha sonra Müslüman olup Veli Acar ismini almıştır.