Irak - Türkiye sınırı yıllardan beri teröristlerin geçiş güzergahıdır. Silahlı Kuvvetlerimizin bütün çabalarına rağmen, bölgenin dağlık yapısı dolayısıyla bu geçişler ancak kısmen engellenebilmektedir. İşte geçtiğimiz haftalarda Şırnak’ın Uludere ilçesi yakınlarında Irak’tan Türkiye’ye doğru intikal halinde bir grup tespit edilmiş ve Türk jetlerinin yaptığı müdahale sonrası 35 vatandaşımız Irak topraklarında hayatlarını kaybetmişlerdi…
Sonradan başta AKP Hükümeti yetkilileri ve medyası, bu insanların terörist olmadıkları yönünde bir hüküm verdiler… Bir de kılıf buldular; “bunlar terörist değil, kaçakçıdır” dediler… Bu hükmü duyanlar da kaçakçılığı yasal bir ticaret şekli zannederler… En iyi ihtimalle (!) kaçakçı olan ve illegal yollardan sınırı geçerek girdikleri Irak topraklarından tekrar Türkiye sınırına yaklaştıklarında öldürülen bu insanların yakınlarına ödeneceği açıklanan tazminat bedeli dudak uçuklatacak cinsten idi…
123 bin… Yani tam 123 milyar… Vatan savunmasında şehit düşen askerlerin ailelerine ödenen miktarın yaklaşık dört katı…
Kaleme aldığımız milli yazılardan dolayı, üstümüze gelen, taktıkları at gözlüğü ile akıl yaşlarının yettiğince bizi eleştirdiklerini zanneden zevatları yeniden üzmeyi göze alma pahasına bu konuyu yazmaya karar verdim…
Kardeşim Mehmet Yusuf’un Ziraat Bankasının Konya’daki bir şubesinde çalıştığı 2009 yılında Güneydoğu’da şehit düşen bir askerin Konya’daki babasına yapılacak tazminat ödemesini gerçekleştirdiği günkü duyguları ile kurgulayıp kağıda döktüğü “Can Bedeli” isimli hikayesini yeri gelmişken siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim…
2009 yılında kardeşim tarafından şahsıma gönderilen bu yazıyı aynen aşağıda yayınlıyorum;
Cudi' de hava dondurucu soğuktu. Elleri G-3 ün kabzasına ayrılmamak üzere yapışmış. Duyduğu ses Fatma'nın olsa gerek. Çok yakınında uzatsa elini değecek belki. Onu beklemiyor Fatma. Önce o uzatıyor elini, Hüseyin'in yüreğine doğru... Hüseyin'in yüreğinde bir sıcaklık, tebessüm ediyor. Fatma'nın eline uzatıyor elini. Lakin boşta kalan eli, kendi yüreğinde ki sıcaklığın içine giriyor. Fatma elini çektiği için mi bu boşluk acaba? Gözleri kararıyor, yüreğinden sızan kana bulanmış eli değiyor önce yere, sonra anasının taramaya kıyamadığı saçları toprağa bulanıyor. Parmağından yüzüğü çıkıp, yuvarlanıyor.
Yuvarlandıkça alevleniyor, alevlendikçe büyüyüp bir çığ oluyor ateşten. Düşüyor Konya da iki eve. Sessiz çığlıklar yankılanıyor arş-ı alada. Anasını yavrusuyla beraber bedenin yarısını bırakıyor şehitliğe. Naçar baba, erkekler ağlamaz diye içine akıtıyor kanlı gözyaşlarını. O gün öğreniyor ağlamayan erkeklerin saçlarının bir gece de beyazlaştığını...
Hüseyin'den geriye kalan evde konuşmaz oluyor kimse. Zaten ölüler konuşur mu? Evdeki üç can bir mezara sığmaz diye Hüseyin'i koyup kabre, ana-babayı da bırakmamışlardı ya eve. Ölümün evdeki hükmü telefonun çalmasıyla yıkılıyor. 'Oy anam! Hüseyin' dedi. Çavuş. Geriye bir sürü kelime daha ama duymuyor Hüseyin'den gayrisini İbrahim emmi. Koşuyor, karşı odaya sarılıp yarım bedene Hüseyin diyor. Başka kelime gelmiyor aklına, sahi var mıydı ki başka kelime ?..
Köylü aklında çavuşun dediği Hüseyin'e "bedel"i koyamıyor bir yere. Giden Hüseyin geri gelir mi acep? Niye gelmesin hem demiyor muydu Yusuf hoca 'Şehitler ölmez' diye. 'Madem ölmedi bedel olarak geri gelir'.
Çorapsız ayaklarına geçirdiği patlak ayakkabılarından giren karlar, Hüseyin gelecek ümidiyle yanan vücuduna değmeden eriyor. 'Banka' demişti ya çavuş. 'Ne işi ola ki Hüseyin'imin bankada?' 'Ama koskoca dövletin vardır bildiği elbet'. Giriyor bankaya, görsem diye Hüseyin'i dört bir yana bakıyor İbrahim emmi. Hüseyin'ine benzetiyor birini. Bedel, Hüseyin ve birkaç kelime daha... Boşlukta asılı kalıyor kelimeler.
Genç, önce İbrahim emminin çizgilerle dolu yüzüne sonra ondan istediği hüviyetine bakıyor... Genç niye ağlıyor ki? 'Ağladın değil mi? Bizde çok ağladık ya.' diyor İbrahim emmi ve tutamıyor artık kendini. Ağlar ulan! Erkekler de ağlar. Gencin elinin altından klavye, ayaklarının altından zemin kayıyor. Gözyaşlarıyla ıslattığı iki deste parayı bir poşete zar zor koyuyor. Tazminat bedeli diye bir şeyler geveliyor ağzında. Eline yapışıyor İbrahim emminin, öpüp o mübarek eli koşuyor lavaboya doğru. İbrahim emmi elinde ki bedele bakıyor: 'bir poşete mi sığdı Hüseyin'im?'.
Şehitler ölmez, yüzer den iki deste banknot olurlar demek. Dışarı çıkıyor. Kapının önündeki bayrak dalgalanıyor, Hüseyin'i de içine almış herhal, eve yolladıkları atleti de aynı renkti ya. İkindi ezanın sesi bankanın iç kısmında ki gencin hıçkırıklarına karışıyor. İbrahim emminin dizlerinin bağı çözülüyor o an az uzakta Fatma boynundaki Hüseyin'in den yadigâr yaşmaktan yaptığı ilmeği son defa yoklayıp, tekmeliyor sandalyeyi. Ve çok daha uzaklarda kar usulca aralanıyor, kanla sulanmış bereketli topraktan çıkan kardelen görünüyor hafiften. Bankadan çıkan İbrahim emminin ciğerinden ağzına kanla birlikte kelimeler geliyor; bedel, kan, vatan, Hüseyin, şehit, yirmi bin lira...
Kıkırdayarak uzaklaşan genç kızların umursamaz bakışları arasında düşüyor İbrahim emmi yere ve elinde ki poşetten Hüseyin' in bedeli saçılıyor etrafa...
Mehmet Yusuf SAVAŞ 30-01-2009
dün bir şehit babasına yaptığım tazminat ödemesinden sonra yazdığım hikaye...
İşte yüreği ve bileği gibi kalemi de son derece kuvvetli olan kardeşime, her okuduğumda gözlerimin dolmasına sebep olan bu hikayeyi yazdıran tazminat ödemesinde şehit yakınına ödenen miktar 2009 rakamlarıyla 20 bin, güvenlik güçlerimizin sınırlarımız dışında öldürdüğü ve tabutlarının üstüne terör örgütünü simgeleyen paçavralar örtülerek gömülenlerin yakınlarına ödenecek olan miktar 123 bin… Konuyu okurlarımın takdirine ve vicdanına bırakıyorum.