Ortada bir “dava” sözü dönüp duruyor, her parti davadan bahsediyor, her siyasetçi dava adamlığından dem vuruyor…
Pekiyi nedir dava?
Parti, dernek, vakıf tarzı kuruluşlarda çerçevesi belirlenmiş bir fikir sistemi etrafında toplanmak ve o doktrini yaşam tarzı olarak benimsemektir.
Eğer ortada inanılan bir fikir sistemi yoksa davadan bahsetmek şarlatanlıktan başka bir şey değildir.
Ortak bir doktrini, bir ideolojisi olmayan, mevki, makam, maddiyat ve menfaat için bir araya gelen insanlar önceleri dava adamlığı iddialarıyla meydanlarda boy gösterseler de, bir dönem milletvekili olduğu partiyi, sonraki seçimde yerden yere vurduğunu görebiliriz.
Bir partinin genel başkanıyken hakaret ettiği diğer partiye transfer olduğunu görebiliriz, hararetle hakaret ettiği başka bir partiye intisap ettiğini görebiliriz, bugün bile siyaset sahnesinde bir gün kol kola gezerken ertesi gün birbirini ihanetle suçlayan insanlar görebilmekteyiz.
Özellikle 31 Mart 2024 seçimlerinde belediye başkanlığı ve encümen üyeliği için aday olan siyasetçilerin geçmişlerine baktığımızda en az birkaç partiyle transfer macerası yaşadıklarını görüyoruz ki, bu durum “siyasi omurgasızlık” olarak izah edilebilir.
Mutlaka farklı doktrinlere inanmış ve bu inancını yaşamında uygulayan dava adamları vardır. Ama bugün bu köşede, kendi penceremden bakınca görebildiğim dava adamlarından bahsedeceğim.
Dava adamı; inançlarını yaşamaya çalışırken evinden, işinden, ailesinden ayrılmak zorunda kalan, cezaevlerini ikinci adresi olarak kabul eden, Türk devletinde Türkçülükle suçlandığı halde devletin kutsaliyetine halel getirmeyen Hüseyin Nihal ATSIZ’dır.
Dava adamı; İki defa idamla yargılandığı, bir defa sürgüne gönderildiği, üç seferde toplam altı yıl kadar hapis yattığı, siyasi yasaklığı hale getirildiği, partisi kapatıldığı, evladım dediği binlerce genç şehit edildiği halde bir adım geri atmayan Alparslan TÜRKEŞ’tir.
Dava adamı; “Biz çadırımızı sırtlanlar yolu üzerine kurmuşuz”, “Bırakın barışı dünya nimetlerini paylaşanlar düşünsün”, “Türkeş’in yanlışı bile benim doğrumdan üstündür” diyebilme cesaret ve feragatini gösteren Dündar TAŞER’dir.
Dava adamı; “Gün gelir ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. Kalabalık ona acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Halbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca kalabalığa acımıştır” diyen Galip ERDEM’dir.
Dava adamı; “Şehit düşen ülkücü gençleri duydukça imreniyorum” dedikten sadece bir hafta sonra kurşunlanarak şehit edilen Gün SAZAK’tır.
Dava adamı; Arkasında “Mustafalar ölür, Allah davası ölmez, Milliyetçilik yaşar, kellemi verdiğim bu davanın zaferi yakındır” yazılı bir mektup bırakarak idam sehpasına çıkan Mustafa PEHLİVANOĞLU’dur.
Dava adamı; Aynı mahkemede kendisi idam cezası aldığı halde arkadaşı Eyüp ÖZMEN’in berat etmesini koğuş arkadaşlarına müjde olarak veren Fikri ARIKAN’dır.
Dava adamı; Bizzat Emniyet Müdürü tarafından tehdit edildiği, terör örgütlerince aleyhinde bildiriler dağıtıldığı, POLDER’li polisler tarafından kıskaca alındığı bir dönemde bile, “Başka bir şehre git” tekliflerini “Gidersem Urfa düşer” diyerek geri çevirdikten üç ay sonra babasıyla birlikte kurşunlanarak şehit edilen Yaşar MAĞAT’tır.
Dava adamı; Kendisi gibi idam cezası almış olan suç ortağına “Sen benim ölümüme dayanamazsın Selçuk, önce seni assınlar” diyebilen Halil ESENDAĞ’dır.
Dava adamı; Yüksek güvenlikli askeri cezaevinden üç kez firar eden, onlarca farklı cezaevinde isyan çıkaran, cezaevine silah sokarak savcıya ateş eden, 11 yıl sonra tahliye olunca “nerede kalmıştık” diyerek, Azerbaycan, Suriye, Irak cephelerine koşan ve bu arada 4 tane kitap yazan Yusuf Ziya ARPACIK’tır.
Dava adamı; Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevini devrettikten sonra, arabası bile olmadığı için yurt genelinde seminerler ve konferanslar vermek için başlattığı turunda konfor arzusu veya güvenlik kaygısı taşımadan onlarca şehre tek başına otobüsle giden, gittiği yerlerce araç konvoylarıyla karşılanan, araç tahsis edilmesi, uçak biletine sponsor olunması tekliflerini geri çeviren Ali Metin TOKDEMİR’dir.
Dava adamı; Teşkilatlar kapatıldığı, ülkü kelimesinin telaffuzunun bile suç sayıldığı bir dönemde Urfa’daki dükkânını teşkilat binası gibi kullanan, toplantılar düzenleyen, ülkücü şehit yakınlarının ve gazilerin işe girmesine vesile olan, cezaevinde yatanlara ayni ve nakdi yardım toplayarak ulaştıran bu uğurda servetini kaybettiği halde asla üzüntü duymayan Terzi Sait SAVAŞ’tır.
Dava adamlığı; Öğretmen Turgay YETKİN’in Urfa Yıldızmeydanı’nda şehit edilmesinden sadece 15 dakika sonra Samsatkapı meydanında iki katile kısas uygulayan isimsiz kahramanların yaptığıdır.
Dava adamlığı; Çanakkale kahramanları misali birkaç gün sonra şehit edileceğini bile bile teşkilatta görev alabilme yürekliliğini gösterebilmektir.
Dava adamlığı; Güçlü zalimin yanında durup rahat etmektense, haklı mazlumun yanında olup eziyet çekmeyi göze alabilmektir.
Dava adamlığı; Gençlik hayallerinden vazgeçebilmektir. Dünyevi zevklerden feragat edebilmektir. İşinden, aşından, aşkından olsa da Hak yolundan ayrılmamaktır.
Dava adamlığı; Akranları gezip tozarken, dünya nimetlerinden faydalanırken, gencecik omuzlarına memleket yükünü yüklemek, yalnızca teşkilat binalarında değil, üniversitelerde, resmi kurumlarda, iş hanlarında vs. bulunduğu her ortamda davasını anlatmak ve yaşamaktır.
Dava adamlığı; Yılmamak, yıkılmamak, yorulmamak, kınamalara aldırmamak, acıyan bakışları önemsememek, tehditkâr tavırlara gülüp geçebilmek, okumak, yazmak, öğrenmek ve öğretmek için çabalamaktır.
Sözün özü:
Dava ucuz değildir.
Dava adamlığı kolay değildir.