Emperyalist ülkeler dört bir yandan saldırarak aziz vatan topraklarımızı işgal ettiğinde; o günün milliyetçi, vatanperver gençleri işgale karşı, adına “Milli Mücadele” denilen şanlı bir direniş başlatarak cumhuriyetimizin temellerini atmışlardır. Aynı günlerde din üzerinden siyaset yapan sahtekarlar ve piyasada dolanan, şeyhliği meslek edinmiş ama şeyhlikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan, hiçbir kerameti olmayan düzenbazlar işgal güçleriyle ortak hareket etmekte, işgal güçlerine her türlü yardım ve yataklığı yapmaktaydı. Bu sahtekarlar ve düzenbazlar; saf vatandaşlara işgalci devletlerin büyüklüğünü, gücünü anlatmakta ve milli mücadeleci vatanperverleri provokatör olarak nitelendirmekteydiler.
Yaklaşık yarım asır sonra biricik ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti komünizm tehlikesiyle burun buruna gelince; komünizmin özünde bulunan töreleri, inançları ve diğer kutsal değerleri hiçe sayan fikir yapısından dolayı aklı bulanık, uçkuru gevşek, dinden-imandan bihaber insanlar, Lenin’i babaları, Marks’ı dayıları, Mao’yu amcaları sayıp komünist olmak için sıraya geçtiler. Ülkemizin Demirperde bloğuna dahil olma yoluna girdiğini gören milliyetçi gençler silkinerek ayağa kalktılar ve komünizmin karşısında etten bir duvar oluşturdular. Üniversiteler komünist yatağı olmuş, kampüsler fuhuş yuvası halini almış, akademisyenler komünist öğrencilerin oyuncağı durumuna gelmişlerdir. Bunların yanında milliyetçi öğrencilere karşı baskı ve sindirme çalışmaları hız kazanmış, üniversiteleri kurtarılmış bölge ilan etmişlerdir. Hatta komünistler, İstanbul Üniversitesi’nin kapısına [haşa] “Muhammed’in piçleri giremez” yazılı pankartı astıklarında, şimdi “Milliyetçilik iktidarımızın ayakları altındadır” diyen zatın o günkü dava arkadaşları başlarını önlerine eğip o pankartın altından geçerek derslerine girerken ülkücü gençler canları pahasına o pankartı bulunduğu yerden indirmişlerdir. O günlerde kuzu kuzu derslerine girip çıkan milli görüşçülerin bir kısmı 12 Eylül’den sonra devlet dairelerinde işe başladı, bir kısmı ticarete atılarak zengin oldu. Ama o pankartı indiren, komünizmin karşısında bir iman kalesi gibi dikilen ülkücüler cezaevlerinde yıllarca çile doldurdular, işkenceler gördüler, idam edildiler…
10 yıl sonra bölücü parti kontenjanından meclise giren bir milletvekili katıldığı televizyon programında “Türkiye bir mozaiktir” dediğinde, “Ne mozaiği ulan!” diye haykıran da, Sanayicinin biri “Kürt sorunu ekonomiden çıkmıştır, siyasi çözüm gereklidir” dediğinde “Ağa çizmeyi aşıyorsun, sen kendi işine bak!” diye kükreyen de ülkücülüğün fikir babası ve Türk dünyasının Başbuğu Alparslan TÜRKEŞ’den başkası değildi.
Ermeni terör örgütü ASALA konsoloslarımızı, büyükelçilerimizi, ateşelerimizi birer birer şehit ederken, devletin yardım isteğine olumlu cevap veren ülkücüler ASALA’nın kökünü kazımışlardır.
Yüce Türk milletinin başına musallat olan her belaya müdahale eden milliyetçiler, hiçbir dönem “seçim” ve “oy” kaygısı taşımamışlardır. Milliyetçilerin-ülkücülerin önceliği her zaman için din, vatan, millet ve bayrak olmuştur. “Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti” ülkücü hareketin omurgasını oluşturmuştur.
Şimdi, 2002 yılından beri verilen tavizler sonucu gemi azıya alan dağdaki silahlı ve şehirdeki kravatlı teröristler 10 yıl içinde o kadar mesafe katettiler ki, şimdi artık özerklik ve federasyon lakırdıları edilir oldu. Bunlara karşı çıkanlar provokatör ilan edildi, hatta evimize, arabamıza, işyerimize astığımız Türk Bayrakları tahrik sebebi sayılır oldu.
Geçtiğimiz günlerde Karadeniz turuna başlayıp da tamamlayamayan milletvekillerini protesto edenler, bölücü çevreler tarafından provokatörlükle suçlandılar. AKP ve PKK tarafından başlatılan sözde barış sürecinin baş aktörleri İmralı’daki cani ile onun fikirlerine hizmet edenler olmuştur. Bu hizmeti sürdürmekte kararlı görünen zevatlar, kendileri gibi düşünmeyen herkesi kan üzerinden siyaset yapan, şehitleri kullanan, toplumu geren, provokatör olarak göstermekte ve bu yönde bir kamuoyu oluşmaya çalışmaktadırlar.
Oysa ki; bölücülerden edinilen yol haritasıyla yazılan bir barış senaryosunun Türk milletinin lehine olmayacağı kesindir. Türkiye’de terör bitirilmek isteniyorsa, bu ancak dağdaki ve şehirdeki teröristlerin yakalanıp yargılanarak cezalandırılmasıyla mümkündür. 30 yıldan beri devletimize ve milletimize büyük zararlar vermiş, onarılması imkansız hasarlara, kapanmayacak yaralara sebep olmuş teröristleri affetmek kimin haddine? Şehit ailelerine, kolu bacağı kopmuş, vücudunun diğer uzuvlarını kaybetmiş hatta aklını yitirmiş gazilere bu barışı kim izah edecek?
İşte bunun için, Karadeniz’deki bölücü turun bitirilmesini sağlayan milliyetçi gençler sessiz çoğunluğun sesi olmuşlardır. Hiçbir yerden emir almadan, bir kurum tarafından organize edilmeden, tamamen yüreklerinden gelen sesi dinleyerek meydanlara çıkan Karadenizli gençler kesinlikle provokatör değil, milli mücadele ruhunu ortaya koyan Türk evlatlarıdır.
İmam Hüseyin SAVAŞ - 7 Şubat 2013