Kış mevsimi olduğundan öğlen ile ikindi arası zaten kısa bir zaman dilimi. Şanlıurfalıların ve tüm Risale-i Nur camiasının ağabeyi Abdulkadir Badıllı Ağabeyin Dergah taki cenaze namazına kavuşmak niyetiyle işyerimden aracımla çıkmıştım. Eyyübiye den Kale arkası Kalkan yokuşunun tepesine oradan da aşağı doğru Balıklıgöl e inen yol üzerinden aracımla devam ediyordum. Tepenin en başından aşağıya kadar hatta Haleplibahçe yoluna doğru da yol boyunca park yeri bulunamayacak şekilde araçlar parketmişti. Yollarda tedbirler alınmış, bazı dönüş yolları kesilmiş hatta otoparklara giriş yolları bile yer kalmadığından emniyet görevlilerince kesilmişti. İlgimi çeken plakalarına baktığımız zaman değişik illerden gelen ama zannedersem her ilden mutlaka bir veya birkaç araç bulabileceğiniz bir yoğunlukta misafiri vardı Abdulkadir Badıllı Ağabey in...
Bu kadar seveninin ve hemen hemen Türkiye nin tüm illerinden gelen bu kadar Risale sevdalılarının cenaze merasimine katılımı cenazeyi sanki bir " Açıkhava Risale Sempozyumu" na çevirmişti. Açıkhava diyorum; çünkü camii dolmuş taşmış, cemaat avlularda bançelerde yer arıyordu. O an çok duygulanmıştım ve aklımdan bunlar geçmişti ve şu an yazıya döküyorum. Evet, herkes namaza yetişmek için acele acele koşuşturuyordu, davetiyesi basılmamış, vazife taksimi yapılmamış, ödeneği bütçesi ayarlanmamış ama tüm ayarlananlardan daha gönüllü, daha içten, daha fedekar koşuşturuyordu bu hüzünlü sempozyuma yetişebilmek için...Ölümün hüzünle beraber rahmete dönüştüğü bir vuslat ve kavuşma günü yaşanıyordu. Namazdan önce avluda yer bulup yanına oturabildiğim arkadaş Hatay Kırıkhan dan gelmişti. Belediye başkanının şoförü imiş, iki kelam fırsatımız oldu, Kırıkhan dan bir dostumu sordum O na, tesadüf kendisinin de okul ardaşıymış, aradı telefonla hal hatır sorduk...Telefonda o an arkadaşıma da bu hüzünlü buluşmanın duygusallığını anlatabilmek için bu ifadeyi kullanmıştım; sanki bir " Açıkhava Sempozyumu" gibi demiştim...Evet sanki bir " Açıkhava Risale Sempozyumu"...
Dönemin idarecileri tarafından Hoca sı Bediüzzaman Said-i Nursi nin mezarının açılıp naaşının kaçırılarak bilinmeyen bir yere götürüldüğü mekanda özel Bakanlar Kurulu Kararı ile defnediliyordu Abdulkadir Ağabey...Bu defin kararı şu anki idarecilerimizin hem Abdulkadir Ağabey e ve hem de müntesip olduğu camiaya verdiği değeri gösteriyordu hiç şüphesiz. Bu karar Badıllı ailesi ve Nur camiasına bir ikram olmakla beraber Yeni Türkiye nin geçmişte bu kaçırma hadisesini yapan zihniyetle hesaplaşma kararlılığının da bir göstergesidir aynı zamanda... Mekanı cennet olsun, hüzünlü ama bu kadar sevgi ve gönül dolu bu büyük organizasyonu yapabilmek için Abdulkadir Badıllı Ağabey in yaptığı şey ise ömrünü bir Allah dostuna talebe olmaya adamak ve ömrünün sonuna kadar bu uğurda fedakarca çalışmaktı. İman hakikatlerine hizmet etmek, kendini " Emr-i bil maruf nehy-i anil münker " ( İyiliği emredip, kötülükten men etmek) vazifelisi görmek ve bu uğurda çalışmak Ağabey imize bu şeref ve onuru kazandırmıştı.
Bütün bunlar yaşanırken Abdulkadir Badıllı Ağabey artık bir mevta idi... Acaba ne hissediyordur diye düşündüm bir an. Ağabeyimizin ruhu muhakkak bu olanların ve bu son yolculuğuna gelenlerin farkındadır diye düşündüm ancak hissiyatlarını en güzel bir şekilde anlayabilmek için yine bir Üstad a Necip Fazıl Kısakürek e başvurmalıydık;
" Kavuşmak mı?...Belki...Daha ölmedim! "
Mekanı cennet olsun... Tüm yakınlarının, dostlarının ve Nur Camia sının başısağolsun...