Haricilik ile başlayan Kur’an-ı Kerim dışında herhangi bir kaynağı kabul etmeme arızası günümüzde de farklı görüş ve anlayışlarda kendini göstermektedir. Peki, bu doğru bir yaklaşım mıdır?
Kur’an-ı Kerim anlayacağımız manada bir Anayasa Kitabı niteliğindedir. Örneğin; “Türk Anayasası Madde 7 – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Madde 9 – Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Madde 16 – Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir.” Bunlar Anayasanın bazı maddeleridir. Ancak bu maddelerin içeriği ve sınırları hakkında burada detaylı bilgiler yer almaz, bunlar ise Kanun, Yönetmelik, Tüzük, Genelge gibi normlar hiyerarşisi ile detaylandırılıp anlaşılır hale gelir. Sadece Anayasa maddeleri ile hareket edemezsiniz, hükümler muallak kalır ve keyfi uygulamaların yolu açılır. Tabi ki tüm maddeler için değil. Örneğin; “Madde 3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı "İstiklal Marşı"dır. Başkenti Ankara'dır.” Bunlar açık hükümlerdir.
Benzer durumu Kur’an-ı Kerim’imizde de görmek mümkündür. Örneğin “İman edip sâlih âmeller işleyenler üzerine, bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam ettikleri, sonra takva ve imanlarında kökleştikleri, daha sonra bu takva ile beraber güzel işlerle meşgul oldukları takdirde, önceden tattıkları şeylerde, üzerlerine bir günah yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide, 93) Bu Ayet-i Kerime’de görüleceği üzere salih amellerden bahsedilmiş, sakınılan ve güzel işlerden bahsedilmiş, haram kılınıp ama daha önce yenen şeylerden bahsedilmiş... Peki, Ayet-i Kerime’ye bunlar nelerdir diye bir soru yönelttiğimizde bir cevap alabiliyor muyuz? Hayır. Yani bu bir genel kaidedir. Salih amel, sakınılması gereken işler, güzel işler, haram kılınan şeylerin bize detayı gerekiyor.
Kur’an-ı Kerim Peygamber Efendimiz Aleyhisselamın tebliğ ve davet vazifesi dışında beyan vazifesi olduğunu da bildirir. Tebliğ için Kur’an’ın teoriğidir dersek beyan için ise onun pratiği demek yanlış olmasa gerek. Rabbimiz Kur’an’ında; “Ona beyanı öğretti.” (Rahman, 4) ve “Onu açıklamak bize aittir.” (Kıyame, 19) gibi ayetler beyanın Allah tarafından öğretildiğini gösterir. “Ey Rasulüm, Sana bu zikri indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın.” (Nahl, 44) ayeti ve benzeri diğer birçok ayet Hz. Peygamber Aleyhisselamın beyanla mükellef olduğunu bildirmektedir.
Peygamber Efendimiz Aleyhisselam kendi hevasından konuşmaz, (Necm, 3) O iyiliği emreder, kötülükten men eder, o temiz ve hoş şeyleri helal, pis ve çirkin şeyleri haram kılar (Araf, 157) O bize ne verirse almalı, neyden sakındırırsa da ondan sakınmalıyız (Haşr, 7) yine Allah bir işe hükmettiği zaman ve Peygamberi de bir işe hükmettiği zaman mümin erkek ve kadınlar ona itaat edip isyan etmemelidir çünkü böyle yapmazlarsa sapmış olurlar. (Ahzab, 36)
Peygamber Efendimiz Aleyhisselam örneğin Kur’an’da ismen geçmemesine rağmen eşek, katır, at, kedi, köpek, kartal, timsah vb. hayvanları bize haram kılmıştır. Yine Kur’an-ı Kerim’de geçmemesine rağmen babaanne, anneanne ve torun ile evlenmeyi haram kılan O (Aleyhisselam) dur. Bu kötü, pis ve murdar şeyleri Kur’an'da göremezsiniz. Sadece Kur’an ile yetinen insanlar ne yazık ki bunlar helaldir deyip çok büyük sapıklıklara imza atabilmektedir.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde; “...Allah, sana Zikri ve Hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti...” (Nisa, 113) buyurmaktadır. Nisa Suresinin bu ayetini incelediğimizde Rabbimizin Peygamber Efendimiz Aleyhisselama zikri indirdiğinden bahseder ki zikir burada Kur’an-ı Kerimdir. Peki, indirilen Hikmet nedir? Tefsir âlimlerimizin genel kanaati bu hikmetin Peygamber Efendimiz Aleyhisselamın beyan vazifesi olan Sünnettidir demişleridir.
İmam Şafiî'ye göre Hikmet, Sünnet demektir. O, tezini ispat etmek için aşağıdaki ayetlerin anlam ve üslup örgüsünü göz önünde bulundurur;
1- “Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı ve Hikmeti getirip size bilmediklerinizi öğreten bir Rasul gönderdik.” (Bakara, 151-231)
2- “İçlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve Hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Ali İmran, 164)
3- “Allah, sana Kitabı ve Hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir.” (Nisa, 113)
4- “Ümmiler arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitabı ve Hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Hâlbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma, 2)
5- “Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın.” (Ahzab, 34)
Dikkat edilecek olursa bu ayetlerde, “Hikmet” kavramı, hemen hemen aynı ifade ve üslupla, ayrıca, Kitapla beraber peş peşe zikredilmiştir. Burada Kur'an bütünlüğünü esas alan İmam Şafiî, bu üslup ve sıralamanın bir gayesinin olması gerektiği kanaatindedir. Bu bağlamda o, er-Risale adlı eserinde aynen şöyle der: “Allah, kitaptan bahsetmektedir; o Kur'an'dır; fakat, Hikmet’ten de aynı şekilde bahsetmektedir; Kur'an ilmi konusunda kendilerine güvendiğim kimseler şöyle dediler: “Hikmet” Rasulullah'ın Sünnetidir. Doğrusunu Allah bilir ama bu, doğruya en yakın görüştür. (Muhammed İdris eş-Şafiî, er-Risale, Daru’t Turas, Kahire, 1979, 78; ayrıca bkz.Eş-Şafiî, Ahkamû’l-Kur'an, Daruİhyâi’l-Ulum, Beyrut, 1990, 38; eş-Şafiî, el-Ûmm, Daru Kuteybe, Beyrut, 1996,X, 436,XV, 13.)
Yine Şafiî, “Dinine, aklına ve ilmine güvendiğim birinden duydum; Hz. Peygamberin Nur Suresi 4-9. (lian) ayetleriyle ilgili olarak verdiği kararlar bütünüyle Allah'ın emrettiğine uygundur. Çünkü O, Peygambere iki şekilde emreder. 1- Allah ona vahiy indirir insanlara da bu vahiy okunur. 2- Allah'tan Peygambere şöyle yap diye risalet (mesaj) gelir, O da onu yapar. (Şafiî, el-Ûmm, X, 436.) diyerek teorisinin imkânını ortaya koymaya çalışır.
Bu anlamda o, mantıki izahlar yapma gereği duyarak bir sonuç çıkarmak ister ve şu yorumu yapar: “Kur'an'da, Kitaptan hemen sonra Hikmet zikredilmiştir. Sonra Allah, insanlara “Kitabı ve Hikmeti” öğretmeyi onlara bir nevi nimeti olarak peş peşe ısrarla zikretmesinden anlaşılan sadece Sünnetin Hikmet olduğudur. Başka bir seçeneğe gitmek mümkün değildir. (Şafiî, er-Risale, 79)
Evet, görüleceği üzere Peygamber Efendimiz Aleyhisselama indirilen zikir yani kitap haricinde bir de hikmet var ki bu hikmet Sünnetten başkası olamaz. Yine evlerde okunan ayetler haricindeki okunan hikmet de Sünnetten başkası değildir.
Rabbimiz Hicr Suresi 9. Ayet-i Kerimesinde; “Hiç şüphesiz, zikri biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” buyurarak zikri yani Kur’an-ı Kerimi koruyacağını vaat etmektedir. Aynı şekilde Hikmet olan Sünnetin de koruyucusu Allah’tır.
Peygamber Efendimiz aleyhisselam okuma yazma bilmeyen bir ümmiydi. Ümmi, Anasından doğduğu gibi kalan; yeni bir bilgi edinmemiş olan; okuma-yazma bilmeyen gibi anlamlara gelir. Ümm, kelimesinin ism-i mensubu ümm’e mensup olan, Arap dilinde ümm; anne, bir şeyin aslı gibi anlamlara gelir. (Firûzâbâdî, el-Kamûsu'l-Muhît, Beyrut 1987, 1891)
Sözlük anlamının yanında mecazi bazı anlamları da vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de anne, asıl (kaynak), dönülecek yer ve süt emziren anlamlarında kullanılmıştır. (Abdurrahman İbnu'l-Cevzî, Nüzhetu'l A'yuni'n-Nevazır fî İlmi'l-Vücûh ve'n-Nezâir Beyrut,1985,141-142)
Devam edecek…