Toplum olarak yaşadığımız yanılgılardan biri de İslam’ın emir ve yasaklarının kendi tarihsel dönemi içerisinde ele alınması gerektiği düşüncesidir. Bu arızalı anlayışa sahip insanlara İslam’ın herhangi bir emir ya da nehyi iletildiğinde, bu dönemde bunlar uygulanmaz, bu emir ve nehiyler Peygamber Efendimiz Aleyhisselam döneminde geçerlidir gibi bir savunma ortaya koymaktadırlar.
İslam, Allah katında yegane dindir. Adem Aleyhisselamın da, İbrahim Aleyhisselamın da, Musa Aleyhisselamın da, İsa Aleyhisselamın da ve Peygamber Efendimiz Aleyhisselamın da getirmiş oldukları din, tevhid esasına dayalı İslam dinidir.
Peyagmber Efendimiz Aleyhisselam son nebi ve son rasuldur. Yani son peygamberdir. O Aleyhisselam önceki Peygamberlerden ayrı olarak tüm cin ve insanlara Peygamber olarak gönderilmiştir. Önceki Peygamberler sadece kendi kavimleri ile sorumlu idi. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim de, emir ve nehiyleri tüm cin ve insanları bağlayan kıyamete kadar hükümleri geçerli olan son kitaptır. Kur’an-ı Kerim önceki tüm kitapları nesh etmiştir. Yani onların hükümlerini ortadan kaldırmıştır.
Dinimiz İslam, insan haysiyet, şeref ve onuruna da büyük önem vermiştir. Toplum nazarında insanların onurunu rencide edecek, onların şeref ve haysiyetlerini düşürecek her türlü tutum ve davranıştan bizleri men etmiştir.
İnsan, fıtratı gereği hem sevap hem de günah işelmeye meyillidir. Günah işleme konusunda sadece Peygamberler korunmuştur. Ancak Peygamberlerde bile zelle dediğimiz istemsiz hatalar sadır olabilmektedir. Ancak din ile ilgili konularda Allah’ın koruması ve güvencesi altında olup bu manada bir hata ya da günah söz konusu asla değildir. Çünkü böyle bir hata ya da günah Peygamberlik görevi için olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
Ancak Sahebe olsun, Alimler olsun, Şeyhler olsun ve ya vasat Müslümanlar olsun hiçbirisi günahtan korunmuş değildir. Hata yanlış ve günah işleyebilirler. Hatta içki, kumar, faiz, zina, cinayet gibi büyük günahları dahi işleyebilriler. Yanlış anlaşılmasın bu bir izin değil bir vakaâdır. Rabbim bu nedenle tevbe kapılarını kıyamete kadar açık bırakmış, böyle bir cürüm halinde kulların tevbe etmesini, günahlarından af dilemesini istemiştir.
Bizler İslam dininin müntesipleri olarak yani Allah’a ve Peygamberi Aleyhisselama iman etmiş Müslümanlar olarak potansiyel birer davetçi ve uyarıcıyız. Bizler iyiliği emreder, kötülükten de nehyederiz. Bir yerde bir kötülük gördüğümüzde bunu elimizle, gücümüz yetmezse dilimizle bunu engellemeye çalışırız. Bunlara da gücümüz yetmezse bu duruma onay vermez, nefret eder ve kalbimizden buğzederiz. Bu Müslüman karakteridir.
Müslümanlar için en tehlikeli konulardan biri de alay etme, dedikodu dediğimiz gıybet etme, koğuculuk dediğimiz laf taşıma ve bunların doğal sonucu olarak fitneye sebep olmaktır.
Rabbimiz su-i zannı, gıybeti, koğuculuğu ve fitneyi yasaklamışıtr. Bu yasaklar tüm Müslümanları bağlayan kıyamaete kadar hükümleri geçerli olan nehyedildiğimiz kötü davranışlardır. Günah addedilen bu fiiller genel itibariyle birbiri ile ilişkilidir.
Örneğin bir Müslümanın içki içtiğini gördük. Böyle bir durumda nasıl hareket etmeliyiz. Öncelikle Rabbimiz su-i zandan yani kötü zandan bizi men etmektedir. Bir Müslüman hatalı da olsa, günahkar da olsa iman etmesi dolayısıyla Allah katında değerlidir. Bu onun günahsız olduğu anlamına gelmez. O kişi altın gibidir. Çamura düşmekle değerini yitirmez. Bizim burada yapmamız gereken onu en güzel şekilde o çamurdan çıkarıp yıkayıp temizlemektir. Yani bize düşen görev emri bil ma’ruf nehyi anil munker görevidir. Yani iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. Ancak bunu yapmadık. Su-i zan ile hareket ederek öncelikle bu kişi hakkında dedi kodu yani gıybet ederek onu insanlara duyrumuş ve insanların ona kötü gözle bakmasına neden olduk. Belki de o kişi normalde içki içmek istemiyor, bundan kurtulmak istiyor, bunun için oturup ağlıyor ve kimse görmesin hatta ailesi bile bilmesin diye bunu gizli yapıyor. Yani gizliden gizliye içki içiyor. Açıktan da içebilir. Buradaki görevimiz en güzel metodla o kimseyi bu iletten kurtarmaktır. Ancak bunu yapmayıp dedi kodu yaptığınızda hem o insanı afişe etmiş olursunuz, belki saygın bir insandır adamın itibarını zedelersiniz, ailesi duyduğu için belki kendisinden uzaklaşıp boşanacaktır, dostları akrabaları kendisnden uzaklaşacakıtr. Belki adam işinden olacak ve sonuçta intihar dahi edebilecektir. Böyle bir vebal ve günah ile Allah’ın huzuruna çıktığınızı düşünün. O adam içki içtiği için bir günah kazanıyordu ama siz su-i zan, gıybet ve fitne sebebiyle belki de o günahın binlerce kat daha büyüğünü kazanırsınız.
Diğer biz mevzu o adamın itibarı, onuru ve şerefi ile oynadığınız için yarın o kimse sizden şikayetçi olup hak talebinde bulunacaktır. Bu nedenle ya sevabınız alınacak sevabınız yoksa da adamın günahı size yüklenecektir.
Bir günahtan daha ağır olanı, o günahı işleyen kişinin günahını yüklenmektir. Oturduğunuz yerde, içki içmediğiniz halde içki içmiş gibi günah kazanıyorsunuz. Su-i zan, gıybet, koğuculuk ve fitne bu minvalde tehlikeli günahlardır.
Bize düşen hüsnü zandan ayrılmamak, elimizden geliyorsa günah işleyeni bu günahtan kurtarmaktır. Bunun harici dedikodu, gıybet, su-i zan ve fitne sebebi olmak kıyamet günü içn çok kötü yatırımlardır. Kendiniz ve ailenizi bu tehlikelere karşı koruyun. Ya uyaran olun ya da susun. Velhamdulillahi rabbil alemin.