Evet önemli olan, 3 Mayıs’ı anmak değil, anlamaktır.
Eğer bugüne kadar 3 Mayıs’ın önemini anlayabilmiş olsaydık, 3 Mayıs’ı bizzat yaşayan insanların verdiği “Türkçüler Günü” adını değiştirmeye çalışmazdık…
Hepinizin bildiği gibi, İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı ve Şükrü Saraçoğlu’nun Başbakan olarak görev yaptığı bir dönemde Türkçülerin başına gelen olaylar, tarihe 3 Mayıs 1944 Olayları olarak kaydedilmiştir.
Başbakan Saraçoğlu 5 Ağustos 1942 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada:
“Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız” deyince Hüseyin Nihal Atsız’ın tepesi atar, çünkü hükümetin özü, sözü bir değildir.
Türkçülük hükümetin sadece dilindedir. Uygulamada hep Türkçüler ezilmektedir. Belki de savaş yıllarının korkusuyla Ruslar ile ters düşmek istemeyen İnönü ve Saraçoğlu komünizmin yurt içinde yayılmasına göz yummaktadır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Komünizm Türk milleti için en büyük tehlikedir, görüldüğü yerde başı ezilmelidir.” sözünü hiçe sayarak Rus hayranı komünistlerin çeşitli bakanlıklarda, özellikle de üniversitelerde kadrolaşmasına, yuvalanmasına göz yumulması Türkçülerin sabrını taşırmıştır.
H. Nihal Atsız, 1944 yılının Mart ve Nisan aylarında Orhun dergisinde yayınladığı açık mektuplarda devletteki komünist kadrolaşmadan şikayet etmiş ve bu duruma yardım edenler olarak Ahmed Cevad Emre, Sabahattin Ali, Sadrettin Celal Antel, Pertev Naili Boratav ve Hasan Ali Yücel’in adını vermiştir.
Açık mektuplardan sonra Atsız aleyhine bir dava açılmış, bu dava kapsamında da Atsız ile fikir bağı olan aralarında Alparslan Türkeş’in de bulunduğu 23 kişi gözaltına alınarak, Tabutluk adı verilen özel yapım hücrelerde işkenceden geçirilmiştir.
Türkçü olduğunu iddia eden bir hükümet döneminde, bir gurup insan Türkçü ve Turancı oldukları gerekçesiyle işkence görüyor, yargılanıyordu. Yani o utanç yıllarında tezatlık zirve yapmıştır.
3 Mayıs 1944 günü mahkemenin görüleceği Ankara’da yapılan eylemlerde çoğunluğu üniversite öğrencisi olan 165 kişi daha gözaltına alınmıştır. Tutuklu Türkçülere fiziki ve psikolojik çok ağır işkenceler yapılmış, 65 oturum devam eden yargılama sonucu sanıkların (!) bir kısmı berat ederken, bir kısmı da çeşitli ağır hapis cezalarına çarptırılmıştır.
Pekiyi, Türkçüler için bu kadar zorlu geçen bir süreç neden bayram gibi kutlanıyor?
Çünkü o güne kadar kitap, gazete ve dergilerdeki yazılarla Türkçülük fikri yayılmaya çalışılıyordu. Ancak o günden sonra Türkçülük artık sahaya inmiştir. Türkçüler artık lisede, üniversitede, fabrikada, sanayide, ticarette, siyasette, şehirde ve köyde hayatın içinde aktif olarak fikirlerini yayıyor ve yaşıyordu. 3 Mayıs tarihi bu açıdan bir milat olarak kabul edilmiştir.
İşkence tezgâhlarında tırnakları sökülen, dişleri çekilen, hapse atılan, sürgün edilen Türkçüler ezilmiş ama yenilmemiştir.
Kürşat ihtilali örneğinde olduğu gibi ihtilalcilerin hepsi ölmüş fakat yenilmemişti, ihtilalciler ölmüş fakat onların ölümü Türk milletinin esaretten kurtuluşuna vesile olmuştu.
Türkçüler 1944 yılından beri, yokluğa, yoksulluğa, yalana, talana, aldatmaya, kandırmaya, milli ve dini duyguların istismar edilmesine, tarihin çarpıtılmasına, hırsızlığa, yolsuzluğa, tacize, tecavüze, bölücülüğe ve her türlü kötülüğe karşı ses yükseltmiş ve başkaldırmıştır.
Türkçülük bir slogan hareketi veya bir heyecanın dışa vurumu değildir.
Türkçülük; sokağı süpüren temizlik görevlisinin, tarlasını eken çiftçinin, koyunlarını otlatan çobanın, ezan okuyan müezzinin, ders anlatan öğretmenin, ilim tahsil eden öğrencinin, proje çizen mühendisin, ameliyat yapan doktorun, deney yapan kimyagerin, elbise diken terzinin, haber peşinde koşan gazetecinin ve yaşamın içinde olan her Türk insanını yaptığı işte Türk’ün adını ve menfaatini ön planda tutmasıdır.
Türkçülük; Türk milletinin sanayide, teknolojide, ilimde, bilimde, sporda, sanatta, tarımda, şehircilikte, madencilikte ilerleyerek dünyada söz sahibi olması için çalışmaktır.
Türkçülük; Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye atmadan, Doğu Türkistan’da, Güney Azerbaycan’da, Irak’ta, Suriye’de ve dünyanın çeşitli bölgelerindeki esir Türklerin özgürlüklerine kavuşması için mücadele etmektir.
Bu mücadele, hem teorik hem de pratik anlamda olmalıdır… Yani Türkçülük ile ilgili yazılar yazmak, okumak yetmez… Türkçüler sahaya inmeli, eyleme geçmelidir.
Türkçüler; Türkçülük fikrini yaymak için, yasaları çiğnemeden, yürüyüşler, mitingler, konferanslar, seminerler, paneller, konserler, resim, müzik, edebiyat yarışmaları, sportif yarışmalar, kültür gezileri, doğa yürüyüşleri gibi eylemlerle Türk milletini bilgilendirmeli ve bilinçlendirmelidir.
Türkçüler; sahip oldukları fikrin ağırlığına uygun bir yaşam sürmek zorundadır. Yemek yerken, çalışırken, eğlenirken, ticaret yaparken, ibadet yaparken ve yaşamın her anında ilkeli, dürüst ve adil olmalıdır.
Türkçüler; siyasi makamlar ve liderler için birbirini kırmamalı, üzmemelidir.
Dünyanın bütün kirlenmişliğine inat Türkçüler tertemiz kalmak zorundadır.
Unutulmamalıdır ki, “at izi, it izine karışmış olsa da kurt izi her zaman ayrı kalmalıdır.”
Yaşımız, işimiz, gelir düzeyimiz ve toplumsal statümüz ne olursa olsun, Turan ülkümüzü her Türk’ün kızılelması yapmak için çaba göstermek gerçek Türkçülüktür.
Önümüzdeki yıllarda, Türkçü kuruluşların öncülüğünde açık havada yapılacak çeşitli eylemlerle kutlamak dileğimle, 3 Mayıs Türkçüler Günümüz kutlu olsun!