Kölelikten azad edilmiş gibiydim. Sevdiğine kavuşmuş bir âşık gibi gönlünce yaşıyordum.
Ve yine gece, ortalıkta kimsecikler yok. Tenha bir diyara dönüşmüş sokaklar ve dışarıda rüzgârın sesi geliyor. Ağaçlarda oluşan ses; bir ninni gibi gelse de, aklım bedenime sahip olmuş ve bir sigara yakmama engel olamamıştı. Çakmağı yakışımla beraber oluşan ateş, kalbimi heyecanlandırıyordu. Ateşin içerisinde oluşan renk; sana en çok yakışan renkti. Sigaradan aldığım ilk nefes ile akciğerlerime dolan duman kalbimi yakıyordu. Gönlüm meftun, kalbim kırıktı. Ağzımdan çıkan duman havada dans ederken, sigaranın dumanıyla resmini çiziyordum. Bir ressamın resmine hoş bir eda katmak için vurduğu fırça darbeleri gibi. Ağzımdan çıkan duman; gözlerimi yakarcasına seni hatırlatıyordu bana. Seni ne kadar çok sevdiğimi ve seni unutamadığımı sigara dumanı hatırlatıyordu bana. Her bir nefes çekişim; sana olan sevgimi bir kat daha artırıyordu.
Sigaramın küllerini biriktirmeye başladım. Her kül bıraktığımda sen, her dumanda sen, her nefeste sen vardın, yani sen; benim sigaramdın. Beni öldüren ve beni tüketen, sigaramın hiç bitmesini istemiyordum. Her sigara sen kokuyordun ve seni içmeyi seviyordum. Sigaramın bitmesine yakın aldığım son nefes; sana olan aşkımın bitmesini simgeler gibiydi. Seni bulamayacağıma bir delil olarak görüyordum. Sigaramı söndürür iken kül tablasını elime aldım, sana olan aşkımın somut bir delili gibi elimde tuttum. Pencereden dışarıya savurdum; ‘RÜZGÂRIN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT.’ Rüzgâr; benim sana olan aşkımı her gün kulağına fısıldadığını bilsem bile, sigaramın külleri gözüne kaçacak ve beni hatırlayacaktın, yani seni ne kadar çok sevdiğimi hatırlayacaktın.