Ne demek esir Türkler?,
Esaret, kölelik devri mi kaldı?
Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz?
Dediğinizi duyar gibiyim. Evet Sayın Okurlarım çok haklısınız… Dünyanın en ücra köşesinde adı sanı duyulmamış bir ülkede bile insanların zulüm gördüğünü, aç kaldığını duyunca bütün milletler yardıma koşuyor, kampanyalar düzenleniyor, tırlar dolusu yardım toplanıyor ve gerekirse Birleşmiş Milletler devreye giriyor… Hatta ve hatta bırakın insanı, kış şartlarında yaban hayvanları açlıktan ölmesin diye dağlara yiyecek bırakılan bir çağdayız…
Yani bu kadar duyarlı, bu kadar çağdaş, bu kadar medeniyiz!
Ama kendi soydaşımıza yapılanlara karşı da bir o kadar kör ve sağırız!
Bakınız, 26 Şubat 1992 tarihinde Ermenilerin Ruslarla birlik olup, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Bölgesini işgal etmek için Hocalı kasabasında çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan 613 Azerbaycan Türk’ünü katlettiler. Bu sıradan bir saldırı veya sadece bir katliam değildi. Bu olay Azerbaycan, Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Doğu Türkistan ve Orta Asya’da yaşayan diğer Türklerle Türkiye’nin bağını koparmak üzere, kara ve kızıl emperyalistler tarafından tezgahlanan kanlı ve çirkin bir oyun idi… Çünkü Karabağ bölgesi bizim orta Asya’ya açılan tek karayolumuz idi, tek bağlantımız idi… İşte bu sebepten dolayı, Hocalı bizim kalbimizde dinmez bir sızıdır. Hocalı Katliamının yıldönümlerinde bakıyorum da, popüler televizyon kanallarımızın hiç birinde bu konu işlenmiyor, tirajı yüksek gazetelerin hiçbirinde bu konu haber olmuyor, sadece milliyetçi kesim tarafından gündeme getirilmeye çalışıyor.
Irak’ta, İran’da, Suriye’de, Balkanlarda, Ahıska’da ve daha dünyanın birçok yerinde Türklere karşı devam eden baskı, zulüm ve katliamların en büyük çaplısı hiç şüphesiz Çin esareti altında yaşayan Doğu Türkistan’da cereyan etmektedir.
35 milyon Müslüman Türk’ün yaşadığı Doğu Türkistan 1949 yılından beri Komünist Çin’in işgali altındadır. İşgalin ilk günlerinden itibaren Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine, namaz kılmak, Kuran-ı Kerim okumak ve bulundurmak, oruç tutmak, topluca oturup sohbet etmek, yurt içi ve yurt dışına seyehat etmek yasaklandı.
Çin yeni geliştirdiği tüm nükleer silahları Uygurlar üzerinde denedi ve denemeye devam ediyor. Bu yüzden yüzbinlerce çocuk sakat olarak dünyaya geldi. Yüzbinlerce Uygur gözaltına alındıktan sonra gördükleri işkencelere dayanamayarak şehit oldu. Halen yüzbinlerce Uygur madenlerde, taş ocaklarında çok ağır şartlarda çalıştırılıyor.
Uygur Türklerinin oturdukları bölgelere milyonlarca Çin’li yerleştirildi. Uygur Türklerinin mallarına, mülklerine el konuldu. 15-16 yaşlarındaki 10 binlerce genç kız kaçırılmış olup, akibetleri belli değildir.
Bütün bu yaptıkları yanlarına kâr kalan Çinliler son yıllarda işi daha da ileriye götürmüşlerdir;
Son 5 yıldır, Ramazan ayında sahur saatlerinde ışığı yanan Müslüman Türk evlerine baskın yapılarak soydaşlarımız gözaltına alınmakta ve sonrasında katledilmektedir.
Çin yeni başlattığı proje ile her Uygur Türkünün evine bir Çinli genç erkek yerleştirmeyi hedeflemektedir. Aylardan beri gündemde olan bu konuyu kamuoyuna anlatmak için yapılmak istenen eylemler, gösteriler Türkiye’de bile engellenmektedir.
Bu yaşananalara diplomatik olarak bir tepki gösteremiyorsak bile en azından Diyanet İşleri Başkanlığımız Cuma Hutbelerinde bu konuyu işleyerek bu gerçekleri halka anlalatabilir. Adı sanı duyulmamış, 1-2 milyon nüfuslu Afrika ülkelerinde yaşanan zulümleri Cuma Hutbelerine gündem yapan, oralardaki mazlumlar için yardım kampanyaları düzenleyen, para toplayan diyanetimiz bir defa da dünya üzerinde esir Türklerin bulunduğunu, bu soydaşlarımızın, din kardeşlerimizin katliama uğradıklarını anlatarak halkı bu konuda bilinçlendirebilirler.
Esir Türkler davasını mimbere taşımak ne kanunlarımıza, ne dinimize, ne de töremize aykırı bir davranış olmadığı halde bunu yapmamıza engel olan nedir?