Henüz çocuk denilecek yaşta Kıbrıs’ta ortaokul öğrencisi iken, duvardaki Atatürk resmini indirmeye çalışan işgalci İngiliz müdürü pencereden aşağı atmasıyla ilk eylemini gerçekleştirmişti.
Sonra…
Sonra durdu mu?
Asla!
Onun lügatinde bıkmak, usanmak, pes etmek, yorulmak gibi kelimelerin yeri yoktu.
Ortaokuldan mezun olur olmaz hayallerini gerçekleştirmek üzere İstanbul Kuleli Askeri Lisesindeydi ama Lefkoşa doğumlu olduğu için kaydını yapmak istemiyorlardı. Pes etmedi, uğraştı ve kaydını yaptırmaya muvaffak oldu.
Yatılı okuduğu lisede hafta sonu izni için dışarı çıktığında önce ailesini ardından da kendine bir kutup yıldızı olarak gördüğü Hüseyin Nihal ATSIZ’ı ziyaret ediyordu. Atsız’la saatler süren uzun sohbetlere dalıp gidiyorlardı. En çok da esir Türkler konusunu işliyorlardı.
Askeri Liseyi bitirdikten sonra kayıt hakkı kazandığı Harp Okulundan mezun olduğunda diplomasında Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün imzası vardı.
İlk görev yeri olan Isparta’da âşık olduğu Muzaffer hanımla evlendi, bu evlilikten beş çocukları dünyaya geldi.
İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı, Şükrü Saraçoğlu’nun Başbakan olduğu 1944 yılında Türkçülük ve Turancılık suçu (!) ile ATSIZ ve diğer aydınlarla birlikte gözaltına alındığında çok ağır işkencelerden geçti, tırnakları söküldü, bir yıl cezaevinde yattıktan sonra beraat ederek ordudaki görevine geri döndü.
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gönderildiği ABD Pentagonda ve daha sonra NATO’da askeri eğitimler aldığı dönemde ekonomi tahsili de yaptı. İkinci yurtdışı görevi olarak gönderildiği Almanya’da Atom ve Nükleer Okulunu başarıyla bitirerek Kurmay Albay oldu.
Siyasi kirlenmişliğe son vermek için darbe yapılacağı istihbaratını alınca 13 arkadaşıyla birlikte Milli Birlik Komitesine girdi. Başarılı olan ihtilalden sonra, Başbakanlık Müsteşarı olur, bu görevi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurumları kurdu.
Komitenin komünizme kaymasına itiraz etmeleri üzerine arkadaşlarıyla beraber sürgüne gönderilir. 30 ay süreyle Hindistan’da kaldıktan sonra Türkiye’ye döndü.
Bir dernek kurarak Türk milliyetçiliği davasını anlatmak istedi aynı dönemde gerçekleşen başarısız bir darbe girişiminden dolayı gözaltına alındı. İdam istemiyle yargılandıysa da, dört ay sonra beraat ederek tahliye edildi.
Genel Başkan seçildiği Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinin adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirdi. beş dönem milletvekili seçildi, iki dönem Başbakan yardımcılığı yaptı.
Çeşitli sosyal ve meslek gruplarına yönelik yirmiden fazla dernek kurdu. Yetmedi Avrupa ülkelerindeki Türkleri teşkilatlandırmak için bütün ülkelerde dernekler kurdu.
Muzaffer hanımın zamansız vefatından iki yıl sonra Seval hanımla evlendi. Bu evlilikten de iki çocuğu oldu.
Amerikan uşaklarınca yapılan 1980 darbesinden sonra tutuklanarak idamla yargılandı.
Cezaevinden verdiği talimatla Muhafazakâr Partiyi kurdurdu, darbeciler tarafından veto edilince Milliyetçi Çalışma Partisini kurdurdu. Dünyanın en büyük siyasi gençlik organizasyonu olan Ülkü Ocaklarını yeniden hayata geçirdi.
Dört buçuk yıl hapis yattıktan sonra beraat etti. Tahliye olduktan sonra partinin başına geçerek yeniden milletvekili seçildi. TBMM’de grup kurmak üzereyken altı milletvekilinin istifa ederek ayrılmasına çok üzüldü.
Erciyes başta olmak üzere Türkiye’nin farklı bölgelerinde belirlenen onlarca dağda, yaylada geleneksel kurultaylar topladı.
SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden Türk devletleriyle özel olarak ilgilendi. Yetişmiş ülkücülerden personel takviyesinde bulundu.
Azerbaycan, Irak, Suriye ve Bosna’da savaşmaları için eğitimli ülkücüleri gönüllülük esasıyla gönderdi.
Türkiye’nin farklı bölgelerinde ticaretten, şarlatanlıktan uzak duran ve ilmiyle amel eden onlarca büyük âlimle sürekli istişare halinde oldu.
Tanıştığı insanların ismini ve simasını asla unutmazdı, tokalaştığı insanın gözlerinin içine bakardı, Kur’an-ı Kerim’in büyük kısmını mealiyle birlikte ezbere okurdu, yirmiye yakın kitap yazdı. Dokuz Işık adında bir doktrin ortaya koydu.
Yazılı basın açıklaması yapmayı sevmezdi. Gündemi takip etmesinin yanında gündem oluşturacak açıklamalarını da, miting meydanlarında, konferans salonlarında ve kameraların karşısında canlı olarak yapardı.
Parti MYK üyelerini, il, ilçe başkanlarını ve ocak başkanlarını belirli aralıklarla toplar, fikirlerini dinler, görüşlerini alırdı. Özellikle gençlerin fikirlerine büyük önem verirdi.
Ülkücülerin gönlünde bambaşka bir yeri olduğu gibi Türk milletinin de en çok güvendiği liderlerden biri olmuştu.
Her fikirden, görüşten insanla televizyonlarda tartışma programlarına katılmaktan asla çekinmezdi. Açık oturumların aranan, cesur, bilgili hatiplerindendi.
Baraj altında, TBMM dışında kaldığı dönemlerde bile devlet kademelerinde söylediği her söz kanun gibiydi, indirdiği taşı kimse kaldıramazdı.
Ülkücüleri hiç kimseye ezdirmedi. Ülkücüleri hiçbir zaman utandırmadı. Ülkücüleri hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadı. Ülkücülere hitap ederken “evlatlarım!” derdi. Ülkücüler ise onun yolunda ölümü göze almaktan çekinmezdi.
Ülkücülerin, okullara, fabrikalara, meydanlara, sokaklara hakim olmasını isterdi. Her ülkücüye ilk emri, “bulunduğunuz ortamda örnek insan olun”idi.
80 yıl boyunca Türk milletini bilgilendirmek, bilinçlendirmek, heyecanını ve kinini diri tutmak için çalıştı. Boş durmak, oturmak, kapalı kapılar ardına saklanmak ona göre değildi.
Son gününde bile sabah Amasya’ya giderek il kongresine katıldı. Akşam geri döndüğü Ankara’da bir nişan törenine katılarak çiftin yüzüklerini taktı. Evine dönerken kalp krizi geçirince hastaneye kaldırıldıysa da yapılan müdahalelere rağmen vefat etti.
Hareket, sadece partisinin adı değildi, hareket onun yaşam tarzıydı. Belki de bu yüzden Türk milleti kendisine Başbuğ ünvanını layık görmüştü; Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ!
Ruhu şad olsun!