Suriye’de 1970 yılında darbe yoluyla yönetimi ele geçiren Hafız ESAT, muhaliflerini birer birer ortadan kaldırmış, sırf Hama şehrinde tek seferde 20 bin kişiyi katletmiş bir diktatör olarak ülkesini 30 yıl yönettikten sonra ölünce yerine oğlu Beşşar geçmiştir.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında 2011 yılında “Arap Baharı” adı altında başlatılan ve Müslüman ülkelerin yönetim kadrosunun emperyalizme hizmet edecek şekilde yeniden oluşturulduğu bir dönemde, 41 yıldan beri diktatörlük ile yönetilen Suriye’nin Dera kentinde bir grup öğrencinin ayaklanmasıyla başlayan olaylar çok kanlı bir biçimde bastırıldı.
Fakat Suriye’nin kuzeyi kaynamaya başlamıştı. Ülkede sular bir türlü durulmuyordu. Yüzlerce basın mensubunun da aralarında bulunduğu 15 bin kadar sivil öldürüldü. Uçaklarla yapılan bombardımanlar ve kimyasal saldırılar artınca halk kaçmaya başladı.
Yedi milyona yakın Suriyeli ülkesini terk etti. Resmi rakamlara göre bunlardan 3,6 milyonu Türkiye’ye geldi.
Toplam nüfusunun yarıya yakını yurtdışına kaçan Suriye’de ülkenin kuzeyi neredeyse tamamen boşalmıştı. İşte boşalan o bölge terör örgütlerine, istihbaratçılara, paralı askerlere, profesyonel suikastçılara, keskin nişancılara ve diğer şer odaklarına eğitim sahası oldu.
Bölgedeki boşluktan faydalanıp dilediği gibi at oynatan DEAŞ terör örgütü 30 Haziran 2014 tarihinde hilafet ilan etti.
PKK terör örgütü değişik adlar altında bazı bölgeleri ele geçirdi. Küresel emperyalist çetenin elebaşları Rusya ve Amerika uçaklarla bomba yağdırdı.
İlk etapta 10 şehrimizde kurulan 26 geçici barınma merkezinde ağırlanan göçmenler daha sonra şehir merkezlerine sızmaya başladılar.
Suriyelilerin şehirlere sızması sonucu boş kalan çadır kent veya konteyner kentlerle ilgili akçeli iddialar havalarda uçmaya başladı. Sonunda devlet olayın farkına vardı ve suiistimale müsait olan bu merkezler kapatıldı.
Sınır komşusu olmamıza rağmen eğitim, sanayi, teknoloji, kültür ve modernleşme bakımından Türkiye’nin en az 50 yıl gerisinde olan bir ülkeden Türkiye’ye gelen göçmenler devletin veya yardım kuruluşlarının verdiği kömür, erzak vb. ürünleri satmaktan tutun da aklınıza gelen ve gelmeyen her yöntemle para kazanmanın derdine düştüler.
Günü birlik işlerde Türk işçilerin altında bir ücretle çalışmaya başlayarak piyasanın dengesini bozdukları gibi birçok Türk’ün de işsiz kalmasına sebep oldular.
İkinci eş olmayı kabul ederek Türk erkekleriyle evlenen Suriyeli kadınlar yüzünden birçok yuva dağıldı. Tabi bu tür evliliklerin büyük çoğunluğunda resmi nikah olmadığından dolayı bunlar hep kayıt dışı kalmış ve istatistiklere dahil edilmemiştir.
Biz henüz sigara tiryakiliğine bir çare bulamamışken, sigaradan 10 kat daha zararlı olan nargilenin hayatımıza girmesinde Suriyelilerin büyük katkısı oldu.
Gözünü para hırsı bürümüş olan bazı ev sahipleri, aylık 500 lira bile etmeyecek evlerini Suriyelilere bin liraya, bin 500 liraya kiralamaya başladılar. Tabi Suriyeliler bu kirayı ödeyebilmek için bir dairede iki, üç aile oturuyor ki, bu da ortalama 15-20 kişi demekti. Önce binalar, sonra mahalleler, sonra ilçeler oturulamaz, yaşanamaz hale geldi.
Yıllarca dikta rejiminde yaşadıktan sonra birden bire demokratik bir ülkeye gelince özgürlük zehirlenmesi yaşayan Suriyeliler çeşitli suçlara bulaşmaya da başladılar.
Suriyelilerin ülkemize geldikleri 10 yıldan beri yaşanan olumsuzlukların hepsini yazsak ne bize ayrılan bu köşe yeter ne de özgürlüğümüzün sınırı!
O yüzden çok uzatmayı anlamsız buluyorum.
Peki, şimdi asıl konuya gelelim;
Bu Suriyeli mülteciler konusunun bu kadar dallanıp budaklanmasının sorumlusu kimdir?
Bu işin vebali sadece merkezi hükümette mi?
Bana göre bu işin asıl sorumlusu iktidar ve muhalefet bütün siyasi partilerin bölgedeki ilçe başkanları, il başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleridir.
Çünkü, Ankara’daki siyasi parti genel başkanları bölgenin yapısını ve sıkıntılarını ancak o bölgeden giden raporlarlar kadar bilir.
Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay hatta Mardin, Adana, Mersin gibi şehirlerdeki siyasi parti yetkilileri, seçilmişleri, bu konuda genel merkezlerine rapor yazarak durumu bildirmişler midir?
Taşra teşkilatları, bulundukları şehirlerde, Suriyelilerin sosyal, ekonomik ve ahlaki yapımız ile nüfus dengemizi bozduklarını genel merkezlerine bildirmişler midir?
İl başkanı, milletvekili, belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri genel başkanın ağzından çıkan her sözü alkışlamak üzere bekleyen hazır kıtalar değildir.
Partilerin taşra teşkilatları genel başkanın sahadaki gözü kulağıdır. Biz de yıllardan beri kör, topal giden demokrasimiz son dönemde paldır küldür yuvarlanmaya başlamıştır.
Suriyeliler şehirlere sızmaya başladığı ilk dönemlerde parti başkanları birer heyet oluşturup Ankara’ya giderek genel başkanlarına hem yazılı hem de şifahi olarak durumu rapor etmiş olsalardı, olay bu noktaya gelmeyecekti. Böylesine kördüğüm olmayacaktı.
Fakat henüz çok geç değil, zararın neresinden dönülse o kârdır. Madem ki, siyasi iktidar muhalefetin sözlerine itimat etmiyor.
Cumhur ittifakının il ve ilçe teşkilatları ile milletvekili ve belediye başkanları kendi genel başkanlarına gerçekleri anlatmak zorundadır. Oturdukları makamlar kendilerine bu sorumluluğu yüklemiştir. Sorumluluğunun gereğini yerine getirmeyenler vebal altına girmiş olacaktır.
Şimdi bu kördüğüm nasıl çözülür, bilmiyorum fakat bildiğim tek bir şey var ki;
Suriyelileri geri göndermek için Suriye’nin normale dönmesini beklemek boş bir hayaldir. Başta Türkiye’dekiler olmak üzere yurtdışındaki bütün Suriyeliler ülkelerine dönerek evlerine, mahallelerine, köylerine, ilçelerine, şehirlerine, tarlalarına, dağlarına, ovalarına sahip çıkıp, etnik dengeyi yeniden sağlamadıkça Suriye normale dönmez, dönemez.
Doğa boşluk kabul etmez, oralar boş kaldıkça bir bataklık misali sivrisinek ve haşere üretmeye yani terörist yetiştirmeye devam edecektir.
Suriyelilere önce millet olma bilinci aşılanmalı, vatan şuuru verilmelidir ki, gidip ülkeleri savunsunlar, ülkelerini savunurken gerekirse kanlarını o topraklara dökecekler!
O toprakları kanları ile yoğuracaklar ki, toprak vatan olsun!