Çok değil 30- 40 yıl önce dünyada olduğu gibi Urfa’da yaşamak çok daha kolay, çok daha insani ve daha mutluluk vermekte idi diye düşünüyorum. Lise yıllarımızdı, et 7 lira, kaçak çay 3-4 lira, ekmek 25 kuruş vay be hayat ne kadar ucuz, yaşamak ne kadar kolay. Lüks neydi biliyor musunuz. Lüks eve zeti zahireyi, yani unu buğdayı, evde yapılmış bulguru koymak, üstüne bir çuval odun kömürü de eve kondu mu, ağada sen, paşa da sen. Hele hele eve kışlık çekçek, bastık, küncü (susam), ceviz koyanlar ağa, beylerdi. Hayatlı evlerde üçlü beşli aileler bir oda, ortak bir tandırlık (mutfak), ortak tuvalet, aşağı yukarı herkesin hali bu. Tek başına bir hayatlı (avlulu) evde oturan ağa beylerdi. Yerde hasır üstüne serilmiş cülha kilimi, duvarlara yaslanmış sap veya hasır duvar yastığı, üstünde genç kızların el emeği göz nuru yastık örtüleri vay be bu evde ancak beyler oturur du. Fakir hasırın üstüne kilimi de buldumu değme keyfine. Giyim kuşam neydi ki örtünmek, zengin beyler kaberdiyen, şalvar, üstünde cebelye gömlek, kırk düğmeli yelek, kışın deri kürk. deri kundura, başta 5 köşeli şapka, ,fakirler hellave şalvar, hellave gömlek, üstüne aba, başa neçek veya arağçin, ayakta gizlavet naylon ayakkabı, Yemek ney ki karın doyurmak. Pıt pıt aşı, malhuta, ekmek aşı, Bulgur aşı, Frenkli kıyma, lıklıkı köfte, pişmiş köfte, (çiği hesandi) yahudu dolması, ayda bir kıymalı (lahmacun). Kış akşamları odun kömürü kayılır (yandırılır) üstüne büyük yorgan serilir (tandır kurulur) bütün aile altına girilir, bilen büyükler mani, fıkra anlatır, genç kızlar idare (gaz yağı lambası) ışığında çeyiz işlerdi, çay kahveyi kim bilir, kim içerdi. Televizyonun daha adı sanı ortada yok, zengin evlerinde pilli lambalı radyo tek tük bulunur. Evin beyleri ve ihtiyarları ajansları dinler, bazen taş plaktan müzik dinlenirdi. Ulaşım dersen başrollerde at, eşek, at arabası, köylerde kamyon, nadiren jip. Şehir derseniz harrankapı, beykapısı, zincirli kapı ve samsat kapısından mütevellit, bunun dışındaki yerler koca koca taş, insanlar buralara gündüz gitmeye korkarlardı. Ama buna rağmen eminim insanlar daha huzurlu ve daha mutluydu. Çünkü yaşamın sınırları vardı, insanlar bulduğundan yetinmekte, herkes kendisinden aşağıya bakarak şükretmekteydi.
O yıllarda sobacı kaysı Mehmet’in dükkanında çırak olarak çalışmaktaydım. Ustam haftada bir gün, genellikle salı günleri, sepetini al peşimden gel derdi. Beraber aşağı çarşıya (haşimiye ye) gider, et aşlık, meyve alır, sepetin üstüne de mahramasını (büyük mendil) örter beni evine gönderdi. Dayanamadım ustamın annesine sordum. Kaysı teyzem (C. Allah rahmet etsin) bana oğlum, bulan var, bulamayan var, niye herkesin nefsi içinde kalıp günaha girelim deyince, mahramanın sebebi hikmetini anlamıştım. Kaysı teyzem hamallığıma karşılık bana bir elma veya bir portakal verirdi, dükkana kadar onu atar tutar oynar, sonra yerdim.
Hepinizin bu gün böyle mi dediğini işitir gibiyim. Evet bugün ihtiyaçların, yeme içme, giyim, kuşam ve lüksün sınırı yok. Kimse kendisinden aşağıya bakmıyor, herkesin gözü yukarılarda, onda var bende de olacak, şükür yok, kanaat yok, onun içinde yetmiyor, yetiremiyoruz, yetiştiremiyoruz başlıyor bir tarafımız açık kalmaya, sonra tartışmalar, huzursuzluklar ve mutsuzluklar. Yetmek, yetirmek, yetiştirip mutlu ve huzurlu olmanız dileklerimle.. Kalın sağlık ve esenlikle..